Giriş
İnsanoğlu dünyaya Hz. Adem (A.s) ayak basmış o gün bugün bir kargaşa, keşmekeştik, huzursuzluk, kan ve bunların yanında sevgi, saygı, muhabbet gelişin hakkı ve tevdi edilen görevi gereğinin yapılabilmesi telaşası mücadelesi, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, sevgi ile sevgisizliğin, dostluk ve vefasızlığın, nankörlüğün, ihanetin mücadelesi ola gelmiştir. Dünya durdukça bu mücadele devam edecektir.
İnsan sorumluluk alan bir varlık olarak diğer yaratıklardan çok farklıdır, insan bir gaye bir maksat için dünyaya geldiğinin bilincindedir. O bilir ki Cemalullahın ve Muhabbetüllahın bir yansıması olarak yaratılmış ve sorumluluklar yüklemiştir. Tüm varlıkların içerisinde bunu en iyi anlayan insandır. Zaman zaman bu isyanlara, zulümlere kan dökmekle çıkmıştır. Hz. Adem’ in oğulları Habil ve Kabil arasındaki mücadele, Hz. Yakup (A.s) oğullarının Hz. Yusuf u kuyuya atmaları gibi. Firavunların, Nemrutların ve bunların temsilcilerinin gibi. Ama aynı zamanda insanlığı bu zulmün etkisinden kurtaracak, hidayete erdirecek kan gölü haline gelen bu dünyayı gül bahçesine çevirecek yaşanılır hale getirecek, haksızlığın, vahşetin zulmün, kardeş kardeşe düşmence davrandığı atmosfere sevgi, muhabbet, saygı ve birbirini anlayan birbirlerine kardeşçe davranmayı vazife kılan ve uğrunda canını, malını ve dünyevi bütün çıkarlarını hiçe sayan namütenahi sevgiyi aşılayacak büyük insanlar gelmiştir.
Nemrut’ un ateşe attığı ve emrindeki tebaalara zülüm ettiği için Hz. İbrahim (A.s) gelmiştir. O Allah’ ın emrine uygun olan sevgiyi yüce Yaratanı tanımayı öğretmiştir. Zulmünün ve çıkarının bittiğini anlayan Nemrut Hz. İbrahim’ i (A.s) ateşe atmıştır, ancak onu kurtarıcı yüce Allah ateşin içini gülistan haline çevirmiş, ateş onu yakmadan haya etmiştir. Firavun, Hz. Musa’yı (A.s) horlamış, irdemiş, zülüm etmişler ancak muaffak olamamışlardır. Hepsi suda helak olmuşlardır.
Hz. Muhammed (S.a.v) Efendimiz meşakkat, çile ile bağnazlarla, zalimlere, yobazlara, çıkarından başka bir şey düşünmeyen müşriklerle mücadele etmiştir. Gerektiğinde insanların ayağına gitmiş gerektiğinde savaşmış çöldeki vahşet iklimini bir sevgi bir dostluk bir kardeşlik bahçesine çevirmiştir, insanlar kendi çıkarlarını menfaatlerinin peşinde koşarken ve kendi menfaatleri için hiç acımadan insanları köle olarak kullanırken Hz. Muhammed (S.a.v) kardeşliği ve sevgiyi aşılamıştır. ‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.’ Diyerek altın yaldızlarla yazılmasını, gereken huzur ve saadetin anahtarını insanlığın emrine sunmuştur. Bu uğurda nice çileler ve meşakkatler çekilmiştir, nice şehitler verilmiştir. Tarih bunları zikretmiştir. Zulüm ve kargaşanın içinde zifiri karanlıkta yollarını kaybedenlere Kuran’ ı Kerimin nuru aydınlık olmuş karanlık denizlerde boğulmak üzere insanlık Kuran’ın rehberliği ile bulmuş bu pisliklerden, keşmekeşliklerden kurtulmuştur. Dünyaya saygıyı sevgiyi kısacası insanın yaradılış gayesini aşılamış ve öğretmiştir. İşte bu nurla bu sevgi ve muhabbetle diri diri toprağa gömülen, cayır cayır ateşlerde yakılan, mal gibi pazarlarda satılan, köle olarak insanlık dışı muamele görmeye layık görülen insanlık sevgiye muhabbete, özgürlüğe kavuşmuş sevgi medeniyetleri kurmuştur.
İşte Kuran’ın nuruyla nurlanan insanlık Kuran’ a hizmet etmekle nurlanmış tarih boyunca bunu birçok yönüyle açık açık bunu ortaya koymuş nesillerden nesillere taşımıştır. Bu yolda çalışan hayatları pahasına mücadele eden büyük zatlar büyük insanlar yetiştirmiştir. Ne mutlu bizlere ki böyle bir mirasın sahipleriyiz. Bu mirasa sahip çıktığımız müddetçe payidar olacağımızı unutmamak gerek çünkü insanlık değerine sahip çıktığı müddetçe tarih sahnesinde kalmaları mümkündür. Manevi değerlerimiz diye adlandırdığımız şahsiyetler üzerine düşen bu vazifeyi yerine getirmişlerdir.
Bizlere düşen bu değerlerimizi dilimizin döndüğü kalemimizin yazabildiği kadarıyla anlatarak ve yazarak yeni nesillere taşımaktır. Bu gök kubbede hoş bir seda bırakan bu değerleri anmak meziyetleri, fikirlerini, davranışlarını ve ahlaki anlayışlarını yeni nesillere örnek olmak üzere taşımaktır. Bu insanlar bütün olumsuzlara ve bütün imkansızlıklara rağmen her türlü çileyi, meşakkati göze alarak geleceğe mührünü vuracak nesiller yetiştirmek çalışmış ve gayret sarf etmişlerdir. Zaman zaman irdelenmiş, yobaz, softa, geri kafalı gibi hakaretlere muhatap olmuşlardır. Zaman zaman kınanmışlar, zaman zaman ciddiye alınmamışlar ve hatta ihanetle suçlanmışlardır. Ama onlar yılmamışlar, bıkmamışlar gerektiğinde aç ve susuz yoksulluk içinde kalsalar da inandıkları bu kutsal yürüyüşten asla geri dönmemişlerdir. Kutsal mücadelelerini canları pahasına devam ettirmişlerdir. Bu alimler, ilim adamları ve toplum liderlerini zikretmek zannediyorum yeterli olur. Bizim bu zatlara rahmet dilmekten başka yapacak bir şeyimiz yoktur. Ancak onların bıraktıkları yerden bu mukaddes görevi ve mirası devam ettirip gelecek nesillere aktarmamızdır.
Maden köprübaşı beldesine bağlı mahallemizden ve yakın köylerimizden yetişmiş manevi şahsiyetleri kısaca tanıtalım.
Şahin YILMAZ Hoca Efendi
1936 yılında Erzurum’ un ispir ilçesi elmalı köyünde dünyaya gelmiştir. Mutaassıp bir ailenin çocuğudur. Uzun yıllar hafızlık ve Arapça eğitimi görmüş bir ara İstanbul’ da Arapça eğitimi icazeti almıştır. 1957 Manisa Akhisar’ a henüz 21 yaşında iken ramazan ayında vaaz etmek üzere gittiği Akhisar’ da halkın yoğun isteği üzerine orada kalmaya karar vermiştir. Burada Hilaliye Kur’ an Kursunu kurup uzun yıllar kız ve erkek Kur’ an kursu olarak İslam’ a yapmış olduğu hizmetleri takdir edilmiştir. Daha sonra ‘Hilaliye Eğitim Vakfı’ adı altında hayırlı hizmetlerine devam etmiştir. Öğrencilerine Kur’ an-ı Kerimin yanında Arapça eğitimi vererek Kur’ an-ı Kerimin sadece ezberlemekle yeterli olmadığını söyleyerek mutlaka anlamının da anlaşılması gerektiğini ifade ederdi. Hatta öğrencilerinin en az iki dil öğrenmelerini ifade ederdi.
Şahin YILMAZ Hoca Efendi bir Kur’ an aşığıydı. Hayatını Kur’ an-ı öğretmeye adamış bir gönül eriydi, ilme son derece düşkündü. Tam bir ilim aşığıydı. 1950’li yıllarda dini bilimleri tahsil ederken nasıl şevkle çalıştığını şöyle anlatırdı: 'Ben aldığım bir dersi başkalarına anlatacak seviyeye getirmeden bırakmazdım.’ O mihrapta takva ehli bir imam, kürsüde meselelere tam bir vukufiyet sahibi vaiz, minberde coşkun bir hatipti. İrşadı cami ile sınırlı değildi ev sohbetleri de nice insanın aydınlanmasına vesile oldu. Cuma vaazlarını vaktinde bitirir, meslektaşlarına da bunu tavsiye ederdi.
1960 yılında nur risalesi tanıdı buradan aldığı hizmet prensibinde mevcut olan heyecanı kıvam buldu ayrıca Şahin YILMAZ Hoca Efendi hoca kimliği yanında tam bir müteşebbis olarak aktif bir hayat yaşadı, hizmet müesseselerini daima büyüttü. 1960’lı yılların başında 20 m2’lik bir odacık olan ders salonunu 2007 geldiğinde 500 öğrencinin ders aldığı modern binalara dönüştü. Günlük olaylara ve dünyadaki gelişmelere karşı çok duyarlı ufku geniş vukufiyeti mükemmel bir anlayış ve düşünce sahibi idi. Her zaman yeniliklere açıktı, kursta okuyan öğrencilerini dışardan orta okul ve lise bitirme imtihanlarına gönderir ve üniversiteye gitmelerini özellikle tavsiye ederdi. Her türlü aktivitelere öğrencilerini yönlendirir ve yardımcı olurdu. (Sportif aktiviteler gibi.)
Hayat denilen bu yüce emaneti sahibine, Rabbine hakkıyla teslim edenlerden biriydi. Hoca efendinin bilgisine, çalışkanlığına, insanlığına hayran olmamak mümkün değildi. 50 yıla yaklaşan Kur’ an hizmeti sırasında 3000 yakın hafız yetiştiren mübarek insan ilahi bir makine ya da arı gibi çalışırdı. Sevgi ve samimiyet doluydu. Bilgi insanıydı, bilim aşığıydı. Kur’ an-ı sadece sevabı yönüyle okumak ya da öte dünyadakilere dua göndermek değil asıl olan ama bu da önemliydi. Ancak daha önemlisi bir gayesi vardı biz yaşayan için bu Yüce Kitabımızın. Şahin Hoca Efendi ızdırapla ve çileyle yoğrulmuş bir hayatı yaşıyordu. Elindeki bütün bu imkânları bu uğurda seferber etmişti. Kur’ an-ın hakiki hukukunu okuyup anlayıp ve anlattı yıllarca. Kur’ an a yakışan o derin ve saygıyı, çalışkanlığı gösterip bir model oluşturdu. Bugün bütün dünyadaki insanların buna ne kadar ihtiyaçları var. Kur’ an kâinatın özüdür onu hayatımıza uygularsak mutlu, rahat ve huzurlu oluruz derdi.
Şahin Hoca Efendi bir şefkat kahramanıydı. O günlerce öğrencilerinin başında sabahlar gece geç vakitlere kadar yatmaz yatsa da gecenin belirli vakitlerinde kalkar, yatakhaneleri dolaşır, üstünü açan öğrencilerin üstlerini kapatır ve de onları korurdu, ilim erbabı öğrencisini bir annenin şefkati ile koruduğunu, kolladığını onlar için her türlü fedakârlıkta bulunduğunu biliyoruz. Şahin Hoca Efendinin Kur’ an hizmeti sadece Manisa Akhisar ve çevresi ile sınırlı kalmamıştır. Zaman zaman çeşitli illere gider yapılacak hizmetlerle ilgili bilgilerini ve sohbetlerini sürdürürdü. O bir Kur’ an tebliğcisi idi, o bir gönül sultam idi. Sohbetleri ile gönülleri rahatlatır, huzur verirdi. Uzun yıllar rahatsızlıklarla uğraştı, birkaç ameliyat geçirdi. Ancak Kur’ an a hizmet hızını asla kesmedi. Bir köşeye çekileyim de istirahat edeyim demedi. Hastaneye kaldırıldığı güne kadar aktif hizmetine devam etti. Şahin Hoca Efendi için Hilaliye demek, gaye-i hayalinin başladığı merkez demektir. Çünkü onun hayatının merkezinde Kur’ an vardı. Mücadelelerle dolu hayatı her fani gibi 28 Mayıs 2007 tarihinde ebedi aleme göçerek son bulmuştur. On binlerce insanın dualarıyla bu dünyadan uğurlanmıştır. Peygamber varisidir. Kur’ an hizmetlerinde bulunmuştur. Çünkü rehberi Kur’ an ve Peygamberdir serveri.
Kur’ an için çekilen çileler gıdadır,
Ömürleri bu yolda bin can fedadır!
Payidar olmazsa hak yüzleri asla gülmezdi.
Bedenleri ölse de ruhları asla ölmez.
Ruhun şad olsun hocam.
Avni KURT Hoca Efendi
1943 yılında yukarı Madende (Semehrek) doğdu. Medrese tahsilini Rize’ de (Kur’ an hafızlığı ve Arapça) tamamladı. Askerde iken ilk okulu dışarıdan bitirdi, imam hatibin orta kısmını dışarıdan bitirdikten sonra müezzin olarak diyanetten görev aldı. Daha sonra Ankara-Akdere son durak camiinde müezzin olarak görev yaparken Anafartalar Gece lisesinden mezun oldu.
1971 yılında Ankara ilahiyat Fakültesinde öğrenci iken Avni Hocayı tanıdım. Uzun boylu değildi, tıknaz ve çok güçlüydü. Güçlü olduğunu çok iyi bilirim camide güreştiğimizde beni hep yenerdi. Güçlü elleri vardı, kaşları kalında değil ince de değildi, güzel toparlak bir çehresi, yorgun ela gözleri vardı. Hafif hafif kır çökmüş saçları vardı. Yüzünde tebessüm eksik olmasa bile devamlı meşakkat taşıyan bir hüzün bir burukluk vardı. Ben onu mücadeleci bir ruha sahip olduğuna bağlıyorum.
Avni Hocam çok azimli, istikrarlı hiç yılmayan bir karaktere sahipti. İlk ve orta öğretimi dışarıdan liseyi de akşam 4 yıl boyunca giderekten bitirdi. Üniversite imtihanlarına girerek Gazi Eğitim Enstitüsünün Sosyal Bilimler Bölümünü bitirdi. Bu arada amacı İlahiyat Fakültesi olduğu için tekrar imtihana girdi ve puanı yeterli olmadığı için 2 yıl Ankara Ticari Bilimler Akademisinde yüksek lisans yaptı. Ve nihayet ideali olan Erzurum İslami ilimler Fakültesine girdi. Bir müddet Diyanet İşler Bakanlığı süreli yayınlar bölümünde uzman olarak çalıştı. Çalışkan ve azimli olması sebebi ile Amasya-Merzifon müftülüğüne atandı. Buradan da Ankara-Çankaya müftülüğüne atandı.
Avni Hocamı her zaman azmin sebatın istikrarın mücadele etmede örnek alınacak insan olarak hatırlatırım öğrencilerime de yıllarca anlattım. O kendine münhasır bir şahsiyetti, o herkese yardım yapmayı severdi, ilahiyat Fakültesinden ve İmam Hatiplerden gelen öğrencilere Arapça ders verirdi. Herkesi kucaklar ve de cami cemaati ile iyi ilişkileri vardı. Avni Hoca okuyan, araştıran,yeniliklere açık ve dünya olaylarını iyi takip eden iyi bir hatipti, çok güzel konuşurdu. Ayrıca İslam da ibadet ve namaz adlı bir eseri de mevcuttur. Vaazlarında genel konulardan bahsederdi. Hiç kimseyi gücendirmezdi. Kırıcı ve itici değildi, dışlayıcı da değildi. Toparlayıcı ve de her zaman kişileri kazanmayı severdi. Hırslıydı, mücadeleci oluşu da bundan iler gelirdi. Çay içmeyi çok severdi. Onun aşırılıkları yoktu her kesimle her ideoloji sahipleri ile iyi ilişkileri vardı.
O bir değerdi, o sevgi kaynağıydı, o bir mücadele örneğiydi, muhabbet sahibi idi, o çevresine her zaman sevgi ve yardım dağıtmıştır. Hiçbir zaman yaptığını söylemeyen mütevazi bir tavrı vardı. Bu uzun süreli maratonda zaman zaman kalbi teklemiş, uzun uzun yoğun bakımda kalmış ve nihayet taburcu olmuştu. Bende kendini fazla çalışıp yorma desem de bizi dinlemezdi. Bu fani hayat bir gün mutlaka sona erecekti işte o gün 29 Ekim 2001 tarihinde üzücü bir kaza sonucu dünya hayatına veda ederek ebedi aleme göç etmiştir. Ruhun şad olsun.
Yusuf AYDIN Hoca Efendi
1930 yılında Erzurum ispir’ e bağlı Soğuksu (Vahnas) köyünde doğdu, ilk okulu ve hafızlığını doğduğu yer olan Soğuksu’ da 1942 yılında Rahmetli Ali Gültekin Hocada tamamladı. 1945’te İstanbul’ da İsmail Efendi ve Mahmut Efendiden fıkıh, hadis ve akaid dersleri aldı. 1955-1958 yılları arasında İstanbul Fatih’te Kur’ an talimi yaptı, ispir’ in değişik köylerinde imam-hatiplik yaptı. 1958-1963 yılları arasında Trabzon’ un Of ilçesinde Hacı Dursun Efendiden icazetini aldı. Tekrar ispir’ e dönerek Büyükdere (Kocuktur) köyünde Kur’an ve Arapça dersi vermeye başladı.
Öyle insanlar vardır ki Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.a.v)’ in varisleri sıfatına ve methiyesine layık olurlar. O bir yıldızdı, o bir veliydi, o bir Resulüllah aşığıydı. Çağın pisliklerinden, keşmekeşliğinden, kısır döngülerinden, pragmatik düşüncelerden tamamen uzak kendini Kur’ an a adamış bir Allah aşığıydı. Onu bir çok yönüyle tanıyanlar azdır. Onu iyi bir alim, iyi bir hatip olarak tanırlardı. Ancak onda görülmeyen bir güç, bir aşk, bir cesaret vardı. O Allah’ tan başka hiç bir şeyden korkmaz. O Hz. Muhammed (S.a.v)’in sünnetine bağlı bir alimdi. Onun ayrıca tasavvufi bir yönü vardı. O zikirde, tefekkürde örnekti.
Yusuf Hocamı 1976 yılında oğlu Fetullah’ı Erzurum İmam-Hatip lisesine kayıt için getirdiğinde tanıdım. Ne çok uzun boylu ne de kısa biriydi. Hafif hafif ağarmaya başlayan sakalı top çehresine çok güzel yakışıyordu, geniş alınlı, kaşlarının ve gözlerinin güzelliği tam bir vakar abidesi gibi duruyordu. Yürüyüşünde ayrı bir vakar vardı. Kibirli değildi, kibrin düşmanıydı. Ancak alçakgönüllüydü. Fakat uysal değildi. Hele onu vaaz ederken kürsüde seyretmekten adeta mest olur kendimden geçerdim. Her sözü inci tanesi gibiydi, insanın kalbine ve kafasına altın yaldızlarla yazılmış birer hitabeler manzumesi olarak yazılırdı. Her sözü deryaların deriliklerinde seçerek getirilen nadide inciler gibiydi. Onun kafası ve kalbi tabiri caiz ise bir hazine idi. Dilinden dökülen her yaydan fırlayan ok gibi hedefine ulaşırdı. Çünkü o bildiği ve inandığını harfiyen hayatına uygulardı. O kendine Kur’ an-ı ve Hz. Resulüllahın (S.a.v) hayatını kendine rehber etmişti. O kürsüde heybetli, vakarlı halkın arasında ise alçakgönüllüydü. Hiçbir insanı incitmemiştir. Kendine kötülük düşünenlere dahi dua ederdi. Onun için onu herkes sever ve sayardı. Kuran’ın feyzi onda mevcut idi. Çünkü o Kur’ an a saygılıydı ve hizmetçisiydi. İşte ondaki büyüklük Kuran’a gösterdiği saygı ve bağlılıktandı. Çünkü Kuran’a saygı gösteren yücelmiş ve de yükselmiştir.
Yusuf Hoca bir gaye insanı idi. O bir Kuran hizmetçisi idi. 1969’dan 1998’e kadar 14 km uzaklıktaki Soğuksu köyüne merkep ve at sırtında malzeme taşıyarak 4 katlı bir Kur’ an Kursu yaptırmıştır. Ne meşakkatler çektiğini bilirim. Yol yok, elektrik yok, telefon yok ama asıl olan mücadele ruhu var. Kur’ an yolunda canla başla ihlâsla ve de samimiyetle çalışma aşkı vardı. Bin bir güçlükle yapılan bu Kur’ an Kursu binasında her yıl 150-200 civarında öğrenci okurdu. Ama ne yazık ki bugün koskoca Kur’ an Kursunda tek bir öğrenci olmadığı gibi, bir zamanlar Kur’ an sedalarıyla çınlayan çocuk sesleriyle cıvıl cıvıl kaynaşan bu yerde şimdi için için ağlayan bir sessizlik hakim ve bu bina yıkılmaya mahkum bir hale bırakılmıştır.
Yusuf Hoca Efendi çok istikrarlı bir hayatı vardı. Onun biricik oğlu Fetullah’ı da hoca olarak yetiştirmişti. O takva ehliydi, belki de sufhi bir hayat yaşıyor desek de yeridir çünkü o Kur’ an ın nuruyla nurlanan nadide insanlardan biriydi. O nurunu çehresine bakıldığı zaman adeta kendini gösterirdi. O ilim ve takvayı birleştirmiş mümtaz bir kişiydi ihlâs ve samimiyet timsali idi. Sözleri ve davranışlarıyla bunları açık açık gösteren biriydi. Belki de bir veliyullah idi. İnşallah bir Allah dostuydu. Öğrencileri onun birçok kerametini anlatırlardı. Kur’ an ilmine hâkim olan onun nuruyla nurlanan insanlar elbette ki alışıla gelmişin dışında hareketleri olacak ve onu bir şekilde dışarıya aksettireceklerdi. Çocuklar ondan korkmuyorlardı. Babacan tavrıyla ona karşı son derece muhkem bir sevgi ile ve sevgiden kaynaklanan bir saygı ile bağlıydılar. Onun duruşu çocuklar için bir uyarı bir tebliğ bir sözdü adeta. Onun sık sık çocukları ikaz ettiği olmazdı. O geldiği zaman herkes onu huşuyla dinler ve onun nasıl hareket ettiğine bakarlardı. Bütün imkânsızlıklara rağmen bu Kur’ an Kursunda olağanüstü bir durumla karşılaşılmaz.
Yusuf Hocamla 1994-1998 yılları arasında çok yakın ilişkilerimiz olmuştur. Can sıkıntılarımızı gidermek ve tatlı sohbetlerinden istifa etmek için ziyaretine giderdim içimde garip bir sevgi oluşurdu. Aşığın maşuka gidişi gibi bir şeydi herhalde. O konuştuğu zaman adeta karşısındaki dinlenir ve de güç tazelerdi. Derin bir vukufiyeti vardı. Akla hayale sığmayacak kadar derin bir ufku vardı. Bugünlerde o sohbetlere ne kadar da ihtiyacımız var. Çok güzel insan tahlili yapardı. Çocuk psikolojisini ve tabiatı ile insan psikolojisini iyi bilirdi. Her türlü olumsuzluğun ve çözümsüzlüğün sevgi ve muhabbetle halledileceğini söylerdi. Her zaman Hz. Resulüllah (S.a.v) örnekler veriri hadisler tane tane tercüme ederdi. Anlaşılması gereken tebliğleri tek tek inci taneleri gibi sıralardı. Onu anlamak için dizinin dibinde oturmak gerekirdi.
Yusuf Hocam her fani gibi bu âlemden göçecek asıl edebi saadete erecekti. O da nihayet kendisinin duçar olduğu kemik erimesi hastalığından yenik düşerek ilahi vuslata erdi. 4 Şubat 1999 tarihinde Allah’ın rahmetine kavuştu. Sevenleri onu son yolculuğunda yalnız bırakmayarak son görevlerini ifa ettiler. Allah hepsinden razı olsun. Ruhun şad olsun hocam...
Üstat Necip Fazıl Kısakürek’ in diliyle;
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar
Geçti istemem gelmeni
Yokluğumda buldum seni
Bırak vehimde gölgeni
Gelme artık neye yarar...
Kaynak: İspir - Pazaryolu Tarih, Kültür ve Ekonomi Sempozyumu, 26-28 Haziran 2008 İspir
Kamil KILIÇ, Emekli Öğretmen, Eski Belediye Başkanı ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü, Erzurum