Giriş
Erzurum, gerek Selçuklular gerekse Osmanlılar döneminde Anadolu’nun gözde ilim ve irfan mekânlarından olmuştur. 17. yüzyılın ünlü seyyahı Evliya Çelebi, Erzurum’dan bahisle “hâsılıkelam ulum edecek diyar.” diyerek Erzurum’un bir ilim beşiği olduğunu tespit etmiştir.
İspir, Erzurum’un hem en eski hem de kültürel derinliği en fazla olan ilçelerinden biridir. Saka Türklerinin yerleşmesiyle Türk yurdu olan İspir, Mugisüddin Tuğrul Şah zamanında yapılan Tuğrul Şah Camii, 1726’da yapılan Kadıoğlu Medresesi ve daha hizmete sokulan Hacı Süleyman Medresesi, İspir’in kültürel alanda gelişimine bir hayli katkı sağlamışlardır.
Çoruh’un hayat verdiği bu Türk beldesi, suyun hatırına buraya gelip yerleşen ve bu Mescit’ten çıkan su gibi mümbit şahsiyetler yetiştirmiştir. Celalettin Ömer Fazıl Efendi, Ebubekir Efendi, Şeyhülkurra Mustafa Niyazi Efendi, Sultaniye Müderrisi Hacı Hüseyin Efendi,Hâzık Mehmet, Muhammet Tapsorî (Başköy), Kadızade Muhammed Efendi, Haşiîzade Ali Efendi,Ziya Paşa, Yeşilzade Mehmet Salih Efendi ve Başköylü( Müderris) Hafız gibi şahsiyetler, İspirli bilim ve kültür önderleridir.“Asırlar boyu fen, din bilginlerini bünyesinden çıkaran; şehirdeki 16 medreseyi yetiştirdiği müderrislerle ayakta tutan ve Mehmet Hâzık, Haşiîzade Ali Efendi (Hacı Haşıl) gibi onlarca gibi onlarca büyük İslam münevverine ocaklık eden ispir, bir başka azamet yönüdür Erzurum’un.
ispir’in kültürel ve manevi derinliğinin bir başka delili ise ilçenin çeşitli yerlerinde çok sayıda yatırın yer bulunmasıdır: “Çirkinî, Hacı Abbas, Delibaba, Kara Ahmet Baba, Karsor, Kavaktepe, Oğuz Çalış, Şaka Baba, Güzelbaba, Konciyar, Kızılbaba, Şeyh Haşan, Üryan Baba, Hasit Baba.”
ispirli âşıklar ve şairlerin şiire yönelmesinde ve bu alanda yetişmesinde yukarıda değindiğimiz şahsiyetlerin çok önemli payı vardır. Fakat; buna İspir’in etrafındaki sosyal ve kültürel çevreyi eklememiz gerekir. Bu açıdan bakıldığında ispirli şairler; ama özellikle âşıklar üzerinde Erzurumlu Emrah’ın, Sümmanî’nin, Bardızlı Nihanî’nin, Hicranî, Tortumlu Ummanı Çan’ın, Mevlüt İhsanî’nin, Tortumlu Ruhanî’nin ve Yaşar Reyhanî’nin etkisi söz konusudur. Bu etkiyi Artvin Yusufelili Keşfî, Huzurî, Zuhurî, Pevanî; Şavşatlı Sefilî, Yangunî; Ardanuçlu Efkârî; Bayburtlu Zihnî, Celalî, Ensanî, irşadî’yle genişletmek mümkündür.
Tarihî süreç içerisinde ispir, yukarıda sözünü ettiğimiz pek çok âşığın uğrak yeri olmuştur. Gezici âşık olarak çeşitli zamanlarda Ispir’e gelen bu âşıklar, İspirli âşıklarla atışma yapmış; bildikleri hikâyeleri kahvehanelerde veya köy odalarında halka anlatmışlardır. Bu vesileyle hem âşıklık geleneği varlığını korumuş hem de İspirli âşıklar ve şairler söz konusu gezginci âşıkların sözlerinden yararlanmışlardır.
Dile getirdiğimiz bu hususlarla birlikte İspir’de iklimin, halk hikâyeciliğinin ve âşıklık geleneğinin oluşmasında katkısını da vurgulamamız yerinde olacaktır. Uzun kış geceleri, tandır başlarında ve köy odalarında sözünü ettiğimiz bu kültürün aktarılmasında ve gelişmesinde önemli bir fırsat olmuştur.
İspirli Şairler
Hazık Mehmet Efendi
Edebî çevrelerce bilinen en eski ispirli şair, Hâzık Mehmet Efendi’dir. Hâzık Mehmet Efendi, 1690 yılında doğmuştur. Fevziye Medresesi müderrisi İspirli Ebubekir Efendi’nin oğludur. Ası adı Seyyit Mehmet’tir. Peygamber soyundan geldiği için “Seyyit” ön adını almıştır. “İşinin ehli, usta” anlamına gelen “hâzık” mahlasını kullanmaya başladıktan sonra, “Erzurumlu Hâzık” namıyla tanınmıştır.
Hâzık Mehmet, önce babası Ebubekir Efendi’den, sonra ihlasiye Medresesi müderrisi Müftü Ömer Efendi’den, daha sonra da Kazabadi Ahmet Paşa’dan ders almıştır. Eğitimi bittikten sonra İstanbul’a gidip Şeyhülislam Fevzi Efendi ile görüşmüştür.İstanbul’da fazla kalmayıp Erzurum’a döndükten sonra İbrahim Paşa Medresesi, Hatuniye Medresesi gibi eğitim kurumlarında müderrislik yapmıştır.
Farsçayı, Fars edebiyatını çok iyi bilen ve ilim alanında akranlarından çok üstün olan Hazık, müderrislik yaptığı sırada birçok ilim adamı yetiştirmiş 18. Yüzyılın Şefkat ve Ramiz gibi birçok tezkirecilerce adından söz ettirmiştir. İbrahim Hakkî Hazretleri, onun ders verdiği kişilerden en meşhur olanıdır. İbrahim Hakkî, Hâzık’ın ölümü üzerine yazdığı;
“Hâzık Mehmed ilm encümendi/Âllame beğendi, âlim beğendi
Asrında o hadd-i kadriyle emced/Seyyid Mehmed nâmı-ı bülendi’’ (...)
biçimindeki tarih kıtasında onun büyüklüğünü, alanında “hâzık” olduğunu dile getirmiştir.
Mehmet Nusret, Tarihçe-i Erzurum adlı eserinde Hâzık Mehmet’in “Divan”, Ta’likat alaTefsirü’l Beyzavî” ve bir de “Fetva”sı olduğunu; ancak bunlardan “Ta’likat” ve Fetva”nın kaybolduğunu belirtmiştir.
Hâzık’ın Divan’ında 6 kaside, 25 tarih, 2 tahmis, 2 terkibibent, 2 gazelinakısa, 218 gazel, 4 kıta, 3nazım ve 17 müfret yer almaktadır. Hâzık’ın Divan’ı 2167 beyitten oluşmaktadır.
Hâzık, şiirlerinde dönemim mahallileşme akımından ve Sebk-i Hindî akımından etkilenmiştir. Şiirlerinde az sözle çok şey anlatmak istemesi, onun manaya önem verdiğini yansıtmaktadır:
“Gerektir ma'ni yoksa tumturak elfaza bakmazlar /Bu bazar-ı sutlarıdır bunda kimse ihtişam almaz
Haridaran-ı nazma puhte lazımdır suhan Hâzık / Reşide olmadıkça meyveyi bir kimse ham almaz”
Hâzık, büyük hiciv şairi Nefî’den de etkilenmiş; fakat kasidelerinde Nefî’de olduğu kadar hicvi öne çıkarmamıştır.
Hâzık, kasidelerinde Arapça ve Farsça tamlamalara yer vererek ağdalı bir dil kullanırken gazellerinde ve diğer şiirlerinde Türkçe atasözü, kelime ve deyimlere yer vererek daha yalın bir dil kullanıştır. Erzurum’u, Erzurum’un güzellerini; yazını, kışını dile getirirken onun bu özelliğini belirgin bir biçimde görmek mümkündür. Onun;
Erzuru’un ab-ı tabı nevbahar olsun da gör/Çeşme ser-çeşme pinhan olsun da gör.”
biçimindeki beyti, Erzurum’un bahardaki güzelliğini gözümüzde canlandırması bakımından örnek teşkil etmektedir.
Mehmet Nusret, Tarihç-i Erzurum adlı eserinde Hâzık’ın;
Hemişe gerdişin berg-i giyâh-sebzdir amma
Ne derdin var derunda kimse bilmez razın ey bülbül. ”
(Ey bülbül, sen yeşil bitkilerin yapraklarında sürekli dolaşırsın ama; yüreğinde, içinde ne dertler taşıdığını; sırlarını kimse bilmez.) ve
Ne la’l-iyâri bûs etdün ne ser-mest-i müdam oldun
Usandım hâsılı dünyadan Hâzık kendi kendimden”
biçimindeki beyti, onun güzel beyitleri arasında sayılmakla birlikte aynı zamanda şairin ruh hâlini yansıtmaktadır.
Hazık Mehmet Efendi, Erzurum’da müftülük görevini yürütürken 1763 yılın Ramazan ayında; 73 yaşında vefat etmiştir.
Ziya Paşa
Ziya Paşa İspir’in Kârap (Yedi Göze) köyünden olan Galata Gümrüğü kâtibi Feridüddin Efendi’nin oğludur. (Bilgegil, ) 1825 yılında İstanbul'da doğan Ziya Paşa’nın asıl adı, Abdülhamit Ziyaeddin’dir.
Bayezit Rüştiyesini bitirdikten sonra özel dersler alarak Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Bir süre Sadaret Mektubi Kaleminde çalıştıktan sonra Mustafa Reşit Paşa’nın aracılığıyla saraya kâtip olarak atanmış; 1863’te Amasya mutasarrıfı ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye üyesi olmuştur. 1865’te Yeni OsmanlIlar Meclisi’ne katılmış; 1867’de Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısına uyarak Namık Kemal ile Paris’e kaçmıştır. Paris’te Yeni OsmanlIlar Cemiyeti’nin ilk yayın organı olan Hürriyet Gazetesi’ni yayımlamaya başlamıştır. 1871’de İstanbul’a döndükten sonra 1872-76 yıllarında Şûra-yı Devlet üyeliği ve maarif müsteşarlığı yapmıştır. Kanun-ı Esasiyi hazırlayanlar arasında yer almasından dolayı 1. Meşrutiyetin ilanından sonra II. Abdülhamit tarafından uzaklaştırılarak vezir rütbesiyle sırasıyla Suriye, Konya ve Adana valiliğine atanmıştır. 1880 yılında Adana’da ölmüştür.
Ziya Paşa, yenileşme dönemi edebiyatımızın Namık Kemal ve Şinasi’yle birlikte önemli şahsiyetlerindendir. Arap, Fars ve Türk divan şairlerinin şiirlerini topladığı Harabat (1874-57,3 c.), nazım nesir karışık olarak hazırladığı Zafername adlı eseleri sağlığında; şiirlerini ihtiva eden Eşar-ı Ziya (1881) ve Rüya (1910) adlı eserleri ise ölümünden sonra yayımlanmıştır.
Şiirlerinde klasik edebiyatımızın biçimlerine bağlı kalmakla birlikte içerik yönünden “hak”, “adalet”, “uygarlık” ve “hürriyet” gibi yeni temaları işlemiştir. Metafizik konuları işlediği Terkib-i Bent ve adaletsizliği işlediği Terci-i Bent adlı şiirleri, çok beğenilmiştir.
Ziya Paşanın pek çok beyti ve dizesi, hem kendi döneminde hem de günümüzde ezberlenmiş ve yeri geldikçe dile getirilmiştir. Bir kısmı sehl-i mümtenî niteliğindeki bu sözler, içerik itibariyle hikemi özellikler taşımaktadır. Bu sözlerden birkaçına yer vererek Ziya Paşa bahsini bitirelim:
“Bibaht olanın bağına bir katresi düşmez/Baran yerine dürr ü güher yağsa semadan. ”
“İslam imiş devlete pabend-i terakki/Evvel yoğ idi iş bu rivayet yeni çıktı. ”
“Bilmem ki neden her işte mutlak/Avrupalıya mukallit olmak Anlar da bu fikr-i fasit olmaz/Yek-diğerine mukallit olmaz. ”
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/Şahsın görünür rütbe-yi aklı eserinde. ”
“İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah/Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah. ’’
“Pek rengine aldanma felek eski felektir/Zira feleğin meşreb-i nasazı dönektir. ”
Bed-asia necabet mi verir hiç üniforma/Zerdüz palan vursan eşek yine eşektir. ”
“Hür olmak eyer ister isen olma cihanın/Zevkinde, sefasında, gamında, kederinde.”
“Bir gün olur cefadan o şûh-ı cihan geçer/Ey dil, dediklerin olur amma,zaman geçer."
Görmeden asâr-ı nisan m bahar elden gider/Güller ahir ram olur amma, hezâr elden gider.”
Âşıkları Inandırır/Yalan vadeyle kandırır
Bu hur seni utandırır/Çok naz âşık usandırır. ”
Mehmet Yılmaz
1933 yılında ispir’in Başköy Çiçekli mahallesinde doğdu. Âşık Arifî Baba’nın oğlu olan Mehmet Yılmaz, hem babası hem de ağabeyi Âşık Meftunî (Halil Yılmaz) ile atışma yaparak söz dizme kabiliyetini geliştirdi. Köye gelen gezici âşıklardan da etkilenen Yılmaz, babasının anlattığı âşık hikâyelerinden hoşuna giden şiirleri ezberledi. Çimento fabrikalarında çalıştığı yıllarda Türk edebiyatını konu alan birçok kitap okudu ve bu hususta bilgi sahibi oldu. Hafızası çok kuvvetli olan Mehmet Yılmaz, bilgisi ve hoş sohbeti dolayısıyla tanıyanlar tarafından “filozof olarak anılmaktadır.
Mehmet Yılmaz, çok az şiir yazmıştır. Bu şiirlerin iki-üç adedi, babası ve ağabeyi ile yaptığı atışmalardan ibarettir. Diğer şiirlerinden üçü, Kars Gazetesi, Yansıma Dergisi ve İSPAV’ın yayın organı olan ispir dergisinde yayımlanmıştır.
Yılmaz, şiirlerinde Divan Edebiyatı’ndan ve Aşık Edebiyatı’ndan etkilenmiştir. Ahmet Paşa, Fuzulî, Şeyh Galip, Mehmet Akif Ersoy, Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip Fazıl gibi şairler; Erzurumlu Emrah ve Sümmanî Baba gibi âşıklar, onun etkilendiği şahsiyetlerdir.
Mustafa Aslan
1933 yılında ispir’in Çiçekli köyünde (şimdi mahalle) doğdu. Küçük yaşlarda şiire merak saldı. Gezici âşıkların anlattıkları âşık hikâyelerinden ve özellikle köyünde anlatılan Köroğlu hikâyesinden çok etkilendi ve şiir yazmaya başladı.
Mustafa Aslan, şiirlerinde Kul Mustafa mahlasını kullanmaktadır. Şiirlerinde “İspir’in kurtuluşu, kahramanlık, aşk ve sevgi” gibi konuları işleyen Aslan, bir defter dolusu şiir yazmış; fakat bunların çoğunu bilemediğimiz bir sebeple yakmıştır. Kul Mustafa, İspir’in kurtuluş programlarında şiir okuyan şairler arasında yer almaktadır.
Nihat Güreşçi
1939 yılında İspir’in Akpınar köyünde doğdu. Nenehatun Öğretmen Okulunu bitirdi ve sonra Anadolu Üniversitesinde ön lisans programından mezun oldu. Çeşitli okullarda 38 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra emekliye ayrıldı.
Nihat Güreşçi, öğretmenliği sırasında ve daha sonrasında şiirler yazdı. Şiirlerinde daha çok memleket meseleleri, göç, geçmişe özlem, tabii güzellikler, sevgi ve bilgi temalarını işledi.
İbrahim Salduz
1952 yılında İspir’in Çamlıca mahallesinde doğdu. Eğitim süreci sonunda öğretmen oldu ve çeşitli illerde öğretmenlik yaptı.
Şiire ortaokul yıllarında ilgi duymaya başladı. Âşık Ruhsatî’nin şiirlerini okuduktan sonra şiir yazmaya başladı. Daha sonraki yıllarda Karacaoğlan’dan da etkilendi. Şiirlerini Filiz adlı kitabında topladı ve yayımladı. Kimi şiirleri Dadaşa Çağrı Gazetesinde İspir ve Yeşil ispir dergilerinde yayımlandı. 100’den fazla şiir yazan Salduz, şiirlerinde genellikle “millî-manevi konular, sıla hasreti ve tabiatı” işledi.
Öğretmenlikten sonra bir süre il millî Eğitim Müdürlüğü görevinde bulunan Salduz, emekliye ayrıldıktan sonra kuyumculukla uğraşmaya başladı. Evli ve üç çocuk babası olan Salduz, İzmir Kemalpaşa’da hayatını sürdürmektedir.
Binvar Kurbanoğlu
1956 yılında İspir’in Çiçekli mahallesinde doğdu.
Çorum Öğretmen Okulunu bitirdi ve ardından Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Enstitüsünden mezun oldu.
Kurbanoğlu, ilkokul çağlarında şiir yazmaya başladı. Bugüne kadar 1000’i aşkın şiir yazdı. Şiirlerinin bir kısmı İspir Dergisi, Yeniçağ ve Tercüman Gazetelerinde yayımlandı. Şiirlerinde “Türkçe, Türklük değerleri, aşk, sevgi, sıla hasreti” gibi konuları işledi. Kartal Halk Eğitim Müdürü olarak görev yapan Kurbanoğlu, şiirlerini bir kitapta toplayıp yayımlamayı planlamaktadır.
Selahattin Toraman
1956 yılında Pazaryolu’nda doğdu. Erzurum Kâzım Karabekir Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünde eğitimini tamamladı. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Haşan Basri Demirbağ Çok Programlı Lisesi Müdürlüğüne atandı. Aynı zamanda Pazaryolu İlçe Millî Eğitim Müdürü (vekâleten) olarak görev yapan Toraman, Edebiyat Üzerine, Şiirlerimden Seçtiklerim, Erzurum İspir-Pazaryolu Yöresinden Derlemeler adlı kitapların yazarıdır.
Toraman, şiirlerinde genellikle “hoşgörü, insan sevgisi, eğitim, kültürel değerlerimizi” konu olarak ele almıştır. Toraman, bazı şiirlerini “Şiirlerimden Seçtiklerim” adlı kitabında yayımlamıştır. Toraman’ın birkaç şiiri ise İSPAV’ın yayın organı olan ispir dergisinde yayımlanmıştır.
Şerif Cöpüraensli
1960 yılında İspir’in Ulubel köyünde doğdu.
İlkokul yıllarında şiire ilgi duyan Çöpürgensli, Âşık Yaşar Reyhanî, Necip Fazıl Kısakürek ve Abdurrahim Karakoç’tan etkilenmiştir. 2000 yılında ilk şiir kitabı Gönül Pınarı adıyla Kültür Bakanlığı yayınları arasında çıkmıştır. Yayımlanmaya hazır 150 şiiri dada bulunan Çöpürgensli, şiirlerinde genellikle “aşk, sevgi, hoşgörü, millî-manevi değerler, memleket hasreti” gibi konuları işlemiştir.
Çöpürgensli’nin bazı şiirleri, Yeni Düşünce, Yeşil İspir gibi dergilerde ve İLESAM’ın Kalenin Bayarakları adlı antolojisinde yayımlanmıştır.
Memleket Hasreti adlı şiir programını Radyo Karadeniz’de yürüten Çöpürgensli, şiir çalışmalarını sürdürmektedir.
Ramazan Atmaca
1963’te ispir’in Başköy’de doğdu, ispir Yatılı Bölge Okulunda başladığı eğitim sürecini İşletme Fakültesinde okurken sona erdirdi.
Mahalli gazetelerde köşe yazarlığıyla yazma serüvenini geliştiren Ramazan Atmaca, çeşitli şiir yarışmalarında birincilikler aldı ve birkaç şiiri İspir Dergisi’nde yayımlandı. Atmaca şiirlerini 2004 yılında yayımladığı Damlalarda Başladı Sevdam adlı kitabında topladı. Sevgi, hoşgörü, ahlaki değerler, tarih ve tarihî şahsiyetleri şiirlerinde ele alan Atmaca, Türkçemize verdiği önem ve değerlerimize duyarlılığıyla dikkat çekmektedir.
Evli ve üç çocuk babası olan Atmaca, İstanbul’da fırıncılıkla iştigal etmektedir.
Bekir Salim
1964 yılında Erzurum’da doğdu. Aslen ispir’in Armutlu (Golbat) köyündendir. 1986 yılında piyade teğmen olarak ordu saflarına katıldı ve yüzbaşı olduktan sonra kendi isteğiyle emekli oldu.
Bekir Salim, şiire 6 yaşında ilgi duymaya başlamış, bu ilgisini ilerleyen yıllarda daha da derinleştirmiştir. Aynı zamanda iyi bir ressam olan Salim, şiirde ve resimde Türkiye birincilikleri almıştır. Konya Âşıklar Bayramı’nda jüri üyelikleri bulunan Salim, bazı âşıklarla atışmış ve bu şiirlerinde Âşık Salim mahlasını kullanmıştır.
Şiirde daha çok hiciv türüne yer veren ve bu yönüyle ünlenen Salim, Taş Üstünde Taş adlı ikinci şiir kitabını 2003 yılında yayımlamıştır. Salim’in şiiri, kelime zenginliği itibariyle dikkat çekicidir. Söyleyişinde riyasız davranan Salim’in şiir dışında dört edebî eseri bulunmaktadır.
Evli ve üç çocuk babası olan Salim, İstanbul’da kültür-sanat işleriyle uğraşmaktadır.
Baki Çetin
1965 yılında İspir’in Koç Köyü (Kânasor)’nde doğdu.
15 yaşlarında şiire ilgi duymaya ve şiir yazmaya başladı. Sonraki yıllarda yazdığı şiirlerin bir kısmı çeşitli dergilerde yayımlandı.1999 yılında depremle ilgili şiir yarışmasına katıldı. Şiirlerinde genellikle “aşk, sevg, sıla hasreti, Türk tarihi ve vatan sevgisi” konuları işledi. Bugüne kadar 450’ye yakın şiir yazdı. Çetin, bu şiirlerini bir kitapta yayımlamayı düşünmektedir.
Şiir ve kültür-sanat üzerine Doğu televizyonunda bir program yürüten Çetin, evli ve 4 çocuk babasıdır.
Erol Şimşek
1966 yılında ispir’in Şenköy'de doğdu, ispir Yatılı Bölge Okulunda başlayan eğitim sürecini Erzurum Lisesi, Çukurova Hatay Eğitim Yüksek Okulu (1987)’nda devam ettirdi ve Anadolu Üniversitesi İlköğretim Öğretmenliği Bölümünde tamamladı.
Şiir yazmaya 1986 yılında başlayan Şimşek’in çeşitli konularda pek çok şiiri bulunmaktadır. Türk tarihi, kültürü ve şahsiyetleri onun şiirlerinin önemli temaları arasında yer almaktadır. Yöresel değerler; kahramanlık, ispir’in kurtuluşu, ispir’in güzellikleri ve Çoruh onun şiirinde işlenen diğer konular olarak dikkati çekmektedir.
Evli ve bir çocuk babası olan Şimşek, Ziya Paşa ilköğretim Okulu Müdürü olarak görev yapmaktadır.
Nihat Türker
1968 yılında ispir’in Çamlıkaya beldesinde doğdu.
Şiire ve musikiye küçük yaşlarda ilgi duymaya başladı, ilerleyen yıllarda yazdığı şiirlerin ve yazıların bir kısmı, Dadaşa Çağrı gazetesinde yayımlandı. Kimi şiirlerinde İspir yöresinin Türk kültürüne dayanan değerlerini işledi ve kelimelerine yer verdi.
2002 genel seçiminde Çamlıkaya beldesinin belediye başkanı olarak seçildi. Hâlen bu görevini yürüten Türker’in yayımlanmış şiir kitabı bulunmamaktadır.
Ahmet Coşkun
1969 yılında ispir’in Kaynakbaşı (Hendek) köyünde doğdu. Fırıncılıkla iştigal eden ailesiyle beraber Ankara’ya göçtü ve orta öğretimini burada tamamladı. Abant izzet Baysal Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümünü bitirdikten sonra kısa bir süre öğretmenlik yaptı ve bu meslekten ayrıldı ve bir süre sonra Refah-Yol Hükümeti döneminde Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay’ın danışmanlığını yürüttü.
Ahmet Coşkun, ortaokul yıllarında şiir yazmaya başladı. Üniversite yılarında çeşitli gazete ve dergilerde şiirleri yayımlandı ve bir kısmı derece aldı. 1995 yılında Dadaşa Çağrı gazetesinin yayın yönetmeni oldu ve Erzurum kültürüne önemli katkılar sağladı. Bazı şiirleri bu gazetede ve İspir Dergisi’nde yayımlandı.
Güzel şiir yazmanın yanında şiiri güzel okuyan şairlerimizden olan Ahmet Coşkun, bu özelliğini kültür ve sanat etkinliklerini organize ederek sergilemektedir.
Şiirlerinin bir kısmını Mavi Gül adlı kitabında yayımlayan Coşkun, halk şiiriyle modern şiir çizgisinde şiir yazan; ama halk şiiri etkisinde yazdığı şiirleri geçiş sürecini yaşadığı modern şiir denemelerinden daha başarılı olan bir şairdir. Soyadı gibi coşkun bir üslup tutturan Coşkun, şiirlerinde aşk, sevda, ayrılık, sıla hasreti, mazi gibi konuları işlemiştir.
Evli ve dört çocuk babası olan Coşkun, kültür-sanat alanında organizatörlük yaparak hayatını sürdürmektedir.
Yaşar Yılmaz
ispir’in Başköy’de doğdu, ilköğretimini ispir Yatılı Bölge Okulunda tamamladı ve liseyi Bursa Orahangazi’de bitirdi. Anakara Ünivesitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitiren Yılmaz, Türk Dil Kurumuna Uzman Yardımcısı olarak girdi ve bu sırada Kırıkkale Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Yeni Türk Edebiyatı alanında yüksek lisans programına katıldı ve üç yıl süren Uzman yardımcılığından sonra aynı kurumda Uzman oldu.
Şiire çocuk yaşlarda ilgi duyan Yılmaz, şiir yazmaya ortaokul sıralarında başlamıştır. Bunda dedesi Âşık Arifî Baba, babası Mehmet Yılmaz ve amcası Âşık Meftunî’nin etkisi olmuştur.
Lise yıllarında bir defter dolusu şiir yazan Yılmaz, üniversite yıllarında bu şiirlerini, bir ikisi hariç, yırttı. Üniversite yıllarında arkadaşlarıyla beraber BİSET’İ kurdu ve Yansıma adlı dergiyi çıkardı. Birkaç şiiri bu dergide yayımlandı.1999 yılında İSPAV adına İspir Dergisini çıkardı ve onun yayın yönetmenliğini 2007 yılına kadar yürüttü. İspir Dergisi’nde Erzurum/İspir kültürüyle ilgili çok sayıda makale yazdı; derleme yayımladı.
Küçük bir kitap olacak kadar şiiri bulunan Yılmaz, Türkçe Sözlük (komisyon), Müntehabat-ı Lügât-ı Osmâniye adlı eserlerin hazırlayıcılardandır. Birçok kitaba editörlük yapan Yılmaz, Sağlık Bakanı Danışmanlığının yanında İSPAV’ın genel başkanlığını da yürütmektedir.
Yılmaz, evli ve bir çocuk babasıdır.
İspirli Âşıklar
Mahirî
1837 yılında Erzurum’un ispir ilçesinde doğmuş, 1915 yılında ölmüştür, Asıl adı Haşan, şiirde kullandığı mahlas ise Mahirî’dir, Mahirî, badeli âşıklardan olmamasına rağmen, içli ve temiz duyuşa sahip bulunduğundan ağıt şeklindeki şiirleri bu güne kadar dilden dile dolaşarak gelmiş ve unutulmamıştır.
Başköylü Hafız
Başköylü Hafız’ın doğumu ve ölümüyle İlgili bilgiler net değildir. Şurası bir gerçek ki Hafız, 63 yaşında vefat etmiş ve bu I. Dünya Savaşı’ndan sonra olmuştur. Asıl adı Musa olan Hafız’ın İsmail adlı oğlu Kağızman’a askere gidip orada ölmesiyle ilgili derlememiz ispir Dergisi’nde yer almıştı. Bu derlemeden hareketle o yıllarda sağ olduğunu bildiğimiz Hafız’ın 1914’ten sonra öldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca eğitim verdiği kişilerin doğum tarihlerine bakınca bakınca onun 1920'den sonra vefat ettiği ağırlık kazanmaktadır.
Hafız, medrese tahsilini Bayburt’ta görmüştür. Tahsil sonrası sık sık Bayburt’a gittiği de bilinmektedir. Bayburt’ta ilim tahsil ettiği hocası dolayısıyla ehl-i tarik olduğu ve tasavvufa yöneldiği anlaşılmaktadır. Bir ara Erzurum Lala Paşa Camisinde imamlık yapmıştır, ispir çevresinde çok sayıda talebe yetiştirmiştir.Başköy’ün Çiçekli mahallesinde Âşık Arifi Baha’nın eşi Fatma da onun talebelerinden birisidir.Hafız, kendisinden ders alan Fatma’ya bir Kuranıkerim hediye etmiştir.Bu Kuranıkerim’in içinde “Destân-ı Ay ile Gün ” adlı bir şiir çıkmıştır.Bu şiir, tarafımızdan İSPAV’ın yayını olan ispir dergisinde yayımlanmıştır.
Hafız’ın şiirlerini ihtiva eden bir cönkünün olduğu bilinmektedir. Bu cönkte yer alan şiirlerin bir kısmının Kaynakbaşılı (Hendek) torunlarında olduğu diğer kısmının ise İstanbul Güzelyalı’da ikamet eden torunu Hatice Korkmaz’da olduğu bilinmektedir.
Hafız’ın şiirlerin bir kısmı, Başköy ve çevresindeki köylerin meraklıları tarafından ezberlenmiştir. Aynı köyün Orta mahallesinde Âşık Hayranî’den derlediğimiz şu dörtlük, Hafız’ın sosyal hayatın bozukluğuna dair şikâyetini dile getirmektedir.
Beyler bağlıdır zulme/İtibar kalmadı ilme
Gözüm, gel ağla, sen gülme/ Zaman ahir zaman oldu”
Hafız’ın, Kağızman’da ölen oğlu için yazdığı şiirden iki dörtlüğe yer vererek Hafız bahsini kapamanın uygun olduğunu düşünmekteyiz.
(...)
“Aşk atına binen Hakk'a ulaştı/Sılaya meyleden hara dolaştı
Bu Hafız gayetten efkâra düştü/Eyyari (?) gönülden silmeli oğlum"
“Aşkın habibinden nuş eder bade/Setreyle sırını duyurma yada
Kavuşan Mevla’ya erer İrşada/Erenleryoluna girmeli oğlum.”
Âşık Ömer
İspir’in Zeyrek köyünde doğmuştur. Doğumunun ne zaman olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte 20. yüzyıl âşıklarından olduğu bilinmektedir. Civar köylerde badeli âşık olarak bilinmektedir. Zeyrekli Âşık Ömer’in şiirlerini toplayan bir cönk ya da kitap bulunmamaktadır. Kendisi hakkında torunlarından aldığımız bilgiye göre tasavvuf, onun şiirlerinin ana temasını oluşturmuştur. Torunlarının ezberinde yer alan bir iki şiirin dışında elimizde ona dair şiir bulunmamaktadır. Bu şiirlerin üslubu dikkate alındığında Âşık Ömer’in Arapça ve Farsça kelimelere vakıf olduğu anlaşılmaktadır.
Âşık Ârif Baba
1898 yılında İspir’in Başköy (Tapsur) köyünde doğmuştur. Asıl adı Hamdi Yılmaz’dır. Oğlu Halil Yılmaz (Meftunî) ve Mehmet Yılmaz; torunları Mustafa Şahin (Firarî) ve Yaşar Yılmaz, şiirin dünyasında gezinmektedirler.
Ârifî’nin gençlik yılları hayli sıkıntılı geçmiştir. Rusların 1916’da ispir’i işgalinden bir süre sonra geri çekilmeleriyle birlikte Ârifi gibi birçok genç ve orta yaşlı İspiliyi Rusya’ya esir götürülmüştür. ÂrifT Baba, Rusya’da yedi yıl esir kalmıştır. Orada kaldığı sırada kendisi gibi esir olan Bediüzzaman Said-i Nursî ile tanışmıştır. Arifî, bu esirlik sona erdikten sonra esir olarak hizmet ettiği Rus komutanın hanımının yardımıyla yurda dönmüştür. Hasankale’ye kadar nasıl geldiğini hatırlamayan Ârifi Baba, yedi yıl esirliğin verdiği olgunluk ve babasının ilime, irfana, sanata verdiği önem dolayısıyla şiire yönelmiştir.
Askerliğini Kars’ta yaptıktan sonra bir ara Batum’da ve Samsun’da fırıncılık yapmış ve daha sonra da Elazığ demiryolu köprülerinin yapımında çalışmıştır.
Ârifî, ilme ve irfana duyduğu iştiyak dolayısıyla “ârifî” mahlasını kullanmıştır. Bir ara saz yapıp irticalen söylediği sözler eşliğinde çalmıştır. Ne var ki daha sonraları onda derinleşen tasvvuf duygusu, ona saz çalmayı bıraktırmıştır.
Âşık Ârifî, ömrü boyunca Erzurumlu Sümmanî Baba, Başköylü Hafız, Hicranî Baba, Tortumlu Ummanî Can; Bayburtlu irşadî; Ardanuçlu Efkâri, Yusufelili Huzuri, Zuhuri gibi âşıklarla karşılaşmış; onlarla köy odalarında sohbet etme imkânı bulmuştur.
Ârifî, şiirlerini bir defterde toplamıştır. Eski yazıyla yazdığı bu şiirlerin yer aldığı cönk, torunu olarak şahsımızda bulunmaktadır. Cönkte yer alan 200 civarında şiir, tarafımızdan yeni harflere aktarılmış bulunmaktadır.
Ârifî Baba, şiirlerinde genellikle dinî, tasavvufi konulara yer vermiştir. “Aşk”, “sevgi”, “sosyal meseleler”, “yoksulluk”, “düzenin bozukluğundan şikâyet”; “adap-erkân”; “ilimin önemi” gibi konular, üzerinde durduğu diğer hususlardır. Aşağıda yer verdiğimiz şiir, onun şairliği hakkında bilgi verebilmesi açısından önemlidir.
“Feryad u figana bak/Av kapan doğana bak
Kar yağar yollar çamur/Dağdaki dumana bak
Bu dert bana yeter ha/Bağrın yanup tüter ha
Yetiş Lokman’ım yetiş/Can alan canana bak
Bahar suları coşkun/Aşka düşenler şaşkın
Ağla gözlerim ağla/ Firak-ı hicrana bak
Ârifî düşün hâlin/ Niçün gitmez kederin
Lahde inince serin/Sual-i hesaba bak. ”
Âşık Mehmet Kara
İspir’in Karos Köyünde 1924 yılında doğmuştur. Saz çalmayan âşıklarımızdandır.
Mehmet Kara, zaman içerisinde birkaç şiir söylemiştir. Bunlar, kitap olacak sayıda değildir. Mehmet Kara, gençliğinde Çiçekli mahallesinde “Köroğlu Hikâyesi” nin yedi kolunu anlatan bir kişiden bu hikâyeleri dinleyerek şiire ve hikâye öğrenmeye merak salmıştır.Diğer yandan köylerine gelen gezginci âşıkları dinlemiş; onlardan geleneğin özelliklerini öğrenmeye gayret etmiştir.
Mehmet Kara, Köroğlu hikâyesinin “Aslan Bey” ve Kiziroğlu Mustafa Bey” kollarını bilmekte ve zaman anlatmaktadır. Bu iki hikâye, 2002 yılında Türk Dil Kurumumun yürüttüğü “Türk Dünyası Muhabbet Destanları Projesi” kapsamında tarafımızdan derlenmiştir.
Âşık Garip Sultan
1928 yılında ispir'in Numanpaşa (Hişen) köyünün Godlar mahallesinde doğdu. Asıl adı İbrahim Yiğit’tir. Küçük yaşlarından itibaren şiire ve âşıklığa merak saldı. Köye ve İspir’e gelen gezici âşıkları dinledi ve onlardan ilham aldı. İlerleyen yıllarda yazdığı şiirleri bir deftere kaydetti.
Şiirlerinde Garip Sultan mahlasını kullanan âşık, tasavvufun etkisinde birçok şiir kaleme almıştır. Sevgi, aşk, çeşitli güzellikler ve sıladaki göçü, şiirlerinde işleyen Garip Sultan, şiirlerini akıcı bir üslupla yazmıştır. Garip Sultan’ın bir kitapçık olacak kadar şiiri, torunu Vecihi Yiğit’in elindedir.
Âşık Garip Sultan, 2006 yılında vefat etmiştir.
Âşık Meftunî
Ârifî Baha’nın oğludur. 1928 yılında ispir’in Başköy (Tapsur) köyünde doğmuştur. Asıl adı Halil Yılmaz’dır.
Gençlik yılarında saz çalıp söz söylemeyi ilerleten Meftunî, zaman zaman babası Ârifî’yle atışma yaparak onun tarafından sınanmıştır.
Meftunî, şiir söylemenin yanında bazı âşık hikâyelerini de bilmektedir. 2002 yılında Türk Dil Kurumumun yürüttüğü “Türk Dünyası Muhabbet Destanları Projesi” kapsamında “Kahraman ile Elmas adlı hikâyeyi derlediğimizi belirtelim.
Meftunî söylediği şiirleri bir defterde toplamıştır. Küçük bir kitap olacak kadar şiiri bulunan Meftunî, şiirlerinde genellikle “aşk”, “sevgi”, “paylaşma” , “düzenin bozukluğundan şikâyet” gibi temalar üzerinde durmuştur.
Aşık Ummanî Baba
1932 yılında İspir’in Başköy (Tapsur) köyünde doğmuş; 2007 yılında Bursa’nın Orhangazi ilçesinde ölmüştür. Asıl adı Ummani Keskin’dir.
Ummanî, Başköylü Hafız ve Arifi Baba’nın olduğu muhitte âşıklığa merak salmıştır. Son baharda ve kış günlerinde Erzurum’un çeşitli ilçelerinden, Atvin’in özellikle Yusufeli ilçesinden ve Bayburt’tan köyüne gelen âşıkların sohbetinde bulunmuştur. Zaman zaman gezici âşıklar kervanına katılan Ummanî, bu serüvenlerini şiirlerine yansıtmış ve âşıklık yönünü zenginleştirmiştir. Yine böyle bir gezi sırasında söylediği şu şiir, onun âşıklık geleneğindeki yeri hakkında bilgi edinebilmek için önemlidir:
(...)
Cennet’ten mi çıkmış yoksa mı gılman/Dertliler derdine sen misin derman
Yürü gel yolumdan, bekliyor kervan/Yolcuyu yolundan eyler bu gelin. ”
Ummanî, şiirlerini bir defterde toplamıştır. Bursa Orhangazi’de oturan oğlunda bulunan bu defterde küçük bir kitap olacak kadar şiir yer almaktadır. Ummanî’nin birkaç şiiri de değerlendirmek üzere onları alan kişilerce kaybedilmiştir.
Şiirlerinde tasavvufi aşk, sevgi, hayatın sıkıntıları, tabiatın güzelliklerini konu edinen Ummanî, İspirli âşıklar arasında bilinen bir isim olmuştur.
Aşık Yanığî
Âşık Yanığî, 1934 ispir’in Güney (Hoga) köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Abdurrahman Karagülle olan ve halk arasında Tayyar olarak bilinen Yanığî, 11 yaşlarında iken Gümüşhane Kelkit’in Kosov köyünden İlhamî Babanın deyişlerinden etkilenerek âşıklığa yönelmiştir.
Âşık Yanığî, değerli araştırmacı Haşan Köksal'ın naklettiğine göre üst üste ve aralıklarla gördüğü üç rüyadan sonra irticalen söz söylemeye başlamıştır. Yanığî’nin âşıklığa adım attığı ilk rüya şöyedir: “Kelkit’in Kosov bizim köye İlhamî Baba isminde bir âşık geldi. Onun deyişlerine hayran kaldım. O gittikten sonra şöyle bir rüya gördüm: köyün tam karşısında küçük bir meşelik vardır. Oradan bir ay doğdu ve arkasından bir kubbe göründü. Bu kubbe ayla birlikte geldi ve köyün yakınlarındaki düz tarlaya kondu. Ben de oraya gittim, yanımda kimse yoktu. Kubbenin içinde beyaz sarıklı, siyah sakallı, cübbeli ve iri cüsseli adamlar vardı. Bunlardan biri beni yanına çağırdı. Ortada bir şamdan ve bir sürahi içine musluktan su dolmakta... bu sudan sundu, içeceğim sırda anam beni uykudan uyandırdı.” Yanığî, üçüncü rüyasında pirifanîlerden küçük olanın kadehi dudaklarına değdirdikten sonra, “Oğlum, her şeyin sonunda Yanık, Yanığî veya Bağrıyanık diye söylesin.” demesi ve bunu kimseye söylememesi hususunda tembihte bulunması sonrasında âşıklığa adım atar,
Yanığî, askerlikten öce ve askerliğini bitirdikten sonra irticalen şiirler söyler. 1981 senesinde Erzurum’da Gölbaşı Gazinosu’nda Reyhanî’yle karşılaşır. Reyhanî’nin babası, Yanığî’yi imtihan eder ve sonra Reyhanî’le atışma yaptırır. Bu atışmanın son iki dörtlüğü şöyledir:
Reyhanî:
“Reyhanî’yim dolaşırım bu cemde/ Giydiceğim hırka yeşille pembe
Aşk ateşi neden cûş etmiş tende/Sıra sıra döner zamanlıklarda.”
Yanığî:
Demek ister Yanık, aslını tanı/Boşuna taşıma lal ü mercanı
Olmuşam ervahın bende çobanı/Kurda koyun vermem karanlıklarda.”
Yanığî, saz çalmadan âşıklığın zor bir iş olduğunu anladıktan sonra bir ara saz çalmayı öğrenmeye çalışmış; bu gayreti sonucu epey mesafe de almışsa da annesinin ölümü üzerine bu arzusundan vazgeçmiştir. Diğer yandan askerden önce ve askerden sonra irticalen söylediği şiirleri kaydetmediğinden elinde yalnız son dönemde söylediği şiirleri bulunmaktadır.
Yanığî, şiirlerini akıcı bir üslupla ve çarpıcı bir biçimde dile getirmede başarılıdır. Özellikle tasavvuf! renkler içeren mısraları ve yöre köylerinin yakından bildiği “Tilki Destanı”, onun ispirli âşıklar arasındaki önemini göstermesi açısından ayrıca üzerinde durulmalıdır.
Yanığî, İstanbul’da bir briket harmanında çalışarak hayatını sürdürmektedir.
Âşık Devranî Baba
Asıl adı ilyas Meral, Devranî onun mahlasıdır. 1935 yılında Zagos (Ardıçlı) köyünde doğmuştur. Karamollalar sülalesinden Bayram Meral’in oğludur. Beşi erkek, altı çocuk babasıdır. Hanımı hayattadır.
Devranî Baba, ilkokulu bitirdikten üç yıl sonra babasıyla Artvin ilinin Murgul ilçesine bir iş gezisi yapmışlar. 15 yaşında bulunduğu bu sırada şiir yazmaya başlamış. 103 sayfalık bir deftere nasıl âşık olduğunu; babasıyla ve diğer kişilerle yaptığı atışmaları yazmıştır.
Devranî Baba, şiirlerini beş defterde toplamıştır. Bu defterlerdeki şiirler dikkate alındığında Devranî Baha’nın 700’e yakın şiir yazdığı anlaşılmaktadır. Merkezî ilim ve irfan mekânlarından uzak bir köyde olmasına rağmen bu kadar şiir yazmış olmak, onun velud (verimli) bir âşık olduğunun göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu yönü itibariyle ispirin 20. yüzyılda yetişen diğer âşıkları olan Hafız, Arifi Baba (Hamdi Yılmaz), Âşık Ömer (Derdiyok), Ummanî, Meftunî, Canımoğlu, Firari, Kazanoğlu ile karşılaştırmak, onun şiiri hakkında daha başka yönleri de açığa çıkarabilir.
Devranî Baba şiirlerini aşk, sevgi, ilim, güzel ahlak, dinî hayat, ibadet, tasavvuf, bekleyiş, gurbet, tabiatın güzellikleri, dünyadaki olaylar, tabiî afetler ve ölüm gibi temalar etrafında şekillendirmiştir. Çok sayıda şiirini hikemî tarzda söyleyen Devranî, şiirlerinde bazen varlığın sırlarım izhar (ortaya koymak, açıklamak) eder bir üslupla karşımıza çıkarken bazen de bunları muamma biçiminde dile getirmiştir. Bahsini ettiğim yönü açısından ışık tutucu olmaları hasebiyle Devranî’ye ait şu dörtlükler, oldukça dikkat çekicidir:
“Sorma ahvalimi bu kadar fazla,/İdrak fehmeylemez hâle girmişim,
Türaptan devrolup geldim bu gözle,/Bin bir çiçek ile bala girmişim.”
“Yorulmadan yeniş, yokuş yürüyor,/Keşf-i nazar edip her şey görüyor.
Bütün lügat ile cevap veriyor,/ Yollar kat ediyor bizden ileri. ”
“Biridim, Bir’de İdim/Yetmiş bin perde idim İkilik yoktur bizde/Sorarım nerde idin?”
Şiirlerinde iyi ahlakı daima vurgulayan Devranî Baba, Yunus Emre gibi akıcı bir üslupla dile getirdiği şu hikmet dolu sözler, insana tutması gereken yolu güzel bir biçimde ele aldığı için ayrıca kayda değer kabul edilebilir:
“Oynak arazide biten bir ağaç/Yıllar geçer, büyür hem kulaç kulaç
Beli eğri olur, damarı burkaç/Her ne hacet yapsan, çavarda gider.”
“Hevesin varışa köşke, saraya/Merdiven, asansör korlar araya
Sevgi bağlanırsa pula, paraya/Eşek merdiveni çıkar mı dersin?"
“Bir sovuğu vardır, birde terhane/Bir hane içinde bütün her hane
Sana yeter sende olan meyhane/Umum meyhanenein sazına düşme!”
Şiirlerinde zengin bir söz kadrosu ve kültür birikimiyle karşımıza çıkan Devranî Baba, bu özelliğini Avrupa’nın Almanya ve Fransa gibi yerlerini görmüş olmaya, ama daha çok İslam’a ait menkıbeleri, fıkıh bilgilerini ve tasavvufî sırları bilmeye ve de kendisine bahşedilen söz dizme melekesine borçludur. Diğer yandan varlığı bütünüyle ele aldığını tespit ettiğimiz Âşık Devranî, bunu nesne, nesnenin hâlleri ve onu yaratan ve her türlü tasarrufta bulunan Allah’ın yer aldığı bir silsileyi takip ederek dile getirmiştir:
Aşık Uçucu
Asıl adı Mehmet Zeki Dursun’dur. 1941 yılında ispirin Öztoprak (Mohşen) köyünde doğmuştur. 1953 yılında 12 yaşında iken gördüğü bir rüya üzerine “pir elinden bade içerek” âşık olmuş ve o günden sonra irticalen şiir söylemeye başlamıştır.
Âşık Uçucu, Hicranî Baba, Tortumlu Ruhanî, Tapsurlu (Başköy) Ummanî, Âşık Canımoğlu ve Âşık Firarî ile zaman zaman karşılaşmış ve onlarla atışma yapmıştır. Daha çok irticalen şiir söyleyen Âşık Uçucu’nun sözü sazından daha iyidir. Bir kitap olacak kadar şiiri vardır. Oğlu Hüseyin, bu şiirleri bir kitap hâlinde yayımlamayı düşünmektedir. Uçucu, Hicrani Baba.Nihanî Baba ve Ruhanî’den etkilenmiştir. Feyzi Halıcı’nın 1966’da Konya’da başlattığı Konya Âşıklar Bayramı’na katılmış ve Yaşar Reyhanî gibi meşhur âşıklarla karşılaşmıştır.
Âşık Canımoğlu
1942 yılında Ispir’in Aksu köyünde doğmuş, 2004 yılında ölmüştür. Sülale adlarının ‘‘Cammoğullan” olmasından dolayı “Canımoğlu” mahlasını kullanmıştır.
Âşık Canımoğlu, 1952’de köylerinde açılan okula kaydolur ve okumaya başlar. Süleyman Çelebinin mevlidi ve Yunus Emre’nin şiirleri onda şiire yönelik derin bir iştiyak uyandırır ve Yunus’un birçok şiirini ezberler. Bu husus, Canımoğlu’nun şiir mayasını kabartır ve âşıklığa yönelir. Bu sıralarda Cammoğlu’nu etkileyen başka bir unsur da köyünde Paşa Ali adında bir âşığın bulunmasıdır.
Canımoğlu 1960 yılında yaylaya çıkıp orada eğelendikten sonra bir ara uykuya dalar ve bir rüya görür. Bu rüyada gözüne bir ihtiyar görünür ve “Yavrum beni tanıyor musun? dedi, ben de tanımadığımı söyledim. O, “ben senin gönül yakınlığı kurduğun Yunus Emre’yim... Şimdi gidiyorum; buraya bir kişi gelecek, onunla konuş, görüş..” dedi, kayboldu.Sonra çeşme başında güzel bir kız belirdi. Birbirimize bir şey söylemeden uzun süre bakıştık... Ben bu kızın güzelliğine hayran oldum. Kız bana: “Beni tanıyacak ve seveceksin... benden bir arzun var mı? Dedi ve koynundan bir mendil çıkarıp iki ucundan tutarak gösterdi. Mendili dikkatlice incelediğimde üzerinde “İpek Han” yazılıydı. Onunla iki kelime konuşamadan arkadaşlar uyandırdılar.”
Canımoğlu, bu rüyadan uyanınca arkadaşlarına irticalen bir şiir söyler. Bu ruh hâli onu bambaşka bir insan yapar ve İpekhan’ı aramaya başlar, ipekhan İstanbul’dadır diye 1961 yılında İstanbul’a gider.
Canımoğlu, âşıklık geleneğini sürdürürken başta köylüsü Âşık Paşa Ali ve Firar? ile daha sonra da Uçucu ve Erzurum’un Ruhanî gibi diğer âşıklarıyla karşılaşmış ve onlarla zaman zaman atışmalar yapmıştır. Bu karşılaşmalarda “taşlama” yönünün kuvvetli olduğu, bu türdeki şiirlerinden anlaşılmaktadır.
Cammoğlu’nun bir başka yönü de çok sayıda muhabbet destanı ve halk hikâyesi bilmesidir. 2002 yılında Türk Dil Kurumumun yürüttüğü “Türk Dünyası Muhabbet Destanları Projesi” kapsamında kendisinden “Yaralı Mahmut ile Mahbup”, “Murat ile Ezogelin” ve “Aslan Beyin İntikamı” adlı hikâyeleri derlediğimizi belirtelim.
Halk Edebiyatımızın çelebi araştırmacılarından Haşan Koksal tarafından Cammoğlu’nun hayat hikâyesini ve şiirlerini ihtiva eden “Canımoğlu İpek Han” adlı kitap yayımlanmıştır. Bu kitapta Cammoğlu’nun güzelleme, taşlama, koçaklama, ağıt ve didaktik şirleri yer almıştır. Bunlar içerisinde güzellemeler, taşlamalar ve didaktik yönü olan şiirler ağırlıklıdır.100’ün üzerinde şiirin yer aldığı bu kitaptaki şiirlerden başka en az bir o kadar şiirin daha olduğu bilinmektedir. Bu şiirlerden bir kısmı, İSPAV’ın yayın organı İspir’de yayımlanmıştır.
Cammoğlu’nun şiirlerinde halk edebiyatını ortak mazmunlarının yanında kendine has benzetmeleri olduğunu da belirtmek yerinde olacaktır. Yunus Emre şiirin de etkisiyle Cammoğlu’nun şiirinde akıcı ve duru bir söyleyiş hâkimdir. Cammoğlu’nun şu dörtlükleri bunu açıkça göstermektedir:
“Cehaleti benden atmak Isterim/Fakültede kalem tutmak isterim
Cahillikten hicret etmek İsterim/Bir cahillik, bir yoksulluk, birde dil.”
“Tarihe karıştı kültür oyunum/Ne törenim kaldı, ne de düğünüm
Aslı yok yaylada beş yüz koyunum/Hayal ile sata sata usandım"
“Yine haber var gül yüzlü yârdan/Söyledi bahtımız kara sevdiğim
Belki yardı ola yüce Dîdar’dan/Tabipler bulamaz çare sevdiğim. ”
Âşık Hayranî
Âşık Hayranî, 1952 yılında Başköy’ün Orta mahallesinde doğmuştur. Asıl adı Ziya Kaya’dır.
Hayranî, orta okul çağlarında şiir söylemeye başlamış ve askerlikte onun bu tutkusu daha da ilerlemiştir. Orta 1. Sınıftan sonra okulu terk eden Hayranî’yi köyünün âlim ve şairlerinden olan Hafız’ın dillerde dolaşan şiirleri bir hayli etkilemiş; hatta bunlardan bir kısmını ezberlemiştir. Diğer yandan yine köylüsü Âşık Ummanî, Hayranî'yi etkileyen âşıklardan birisi olmuştur. Türk mutasavvıflarından Mevlana ve Yunus Emre, onun şiirlerinde daima ilham kaynağı olmuş; 20. Yüzyılın müstesna âşıklarından Reyhanî’den âşıklık geleneğine dair çok şey öğrenmiştir.
Âşık Hayranî, 10 defa Konya Âşıklar Bayramı’na katılmış ve burada çeşitli âşıklarla atışma yapmıştır. Ayrıca, farklı zamanlarda Ummanî, Vahit Köroğlu, Porazoğlu, Âşık İsmail Azeri ve Kul Nuri gibi âşıklarla atışma yapmıştır.
Hayranî bugüne kadar eserlerinin bir kısmının yer aldığı 15 kaset çıkarmıştır. Bunların üçü Avrupa’da çıkarmış; “Mevlana” adlı şiiri de yerel kanallarda klip olarak hazırlanmıştır.
Âşık Hayranî’nin 500’ün aşkın şiiri olduğu bilinmektedir. Bunlar, âşıklık geleneğinin koçaklama, güzelleme, satranç, lebdeğmez gibi biçim ve türlerinden ibarettir. Bu şiirle içerisinde memleket özlemimi dile getiren şiirler de bulunmaktadır. Âşığın bazı şiirleri Türkiye, Tercüman, Günaydın, Çoruh gibi gazetelerde ve Türkiye Dergisi’nde yayımlanmıştır.
1993 yılında Kültür Bakanlığından sanayçı unvanıyla emekliye ayrılan Âşık Hayranî, İstanbul Küçükköy’de ikamet etmekte ve âşıklık geleneğinin bir ferdi olarak bu alanda varlık göstermektedir.
Âşık Gaffarî
1959 yılında ispir’in Kârap (Yedigöze) köyünde doğdu. Çevre köylerin âşıklarından Uçucu, Cammoğlu ve Firarî ile tanıştı ve zaman zaman atışma yaptır. Saz çalan âşıklarımızdandır. Elimizde şiiri bulunmamaktadır.
Âşık Kazanoğlu
1955 yılında Pazaryolu’nun Süleymanbağı köyünde dünyaya gelmiştir.
Âşık daha ilkokul yıllarında babasının gurbette oluşuyla hasreti ve ayrılığı tanımaya başlamıştır. Şair okula başladıktan sonra akrabası olan Ali Kazan’dan Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Sürmeli Bey, Ferhat ile Şirin ve bunun gibi bulabildiği kitapları alıp okumaya başlar. Sesinin güzelliğini fark eden ilkokul öğretmeni Kâzım Turan onu müzik başkanı yapar. Âşık radyolardan ezberlediği halk türkülerini söylemeye başlar. Söyledikçe ve okudukça nasıl âşık olunacağına dair bir merak uyanır. Eski hikâyelerde ya rüya âlemi ya da bir yerde uyuyup kalkınca âşık olunduğunu okuyan ozan, ıssız yerlerde bu tür hayeller kurmaya başlar.
Bir ustanın yanında kalma imkânı bulamadığı için okumakla ve dinlemekle kendini eğitmeye çalışmıştır. O, “Kuşlar uçmayı, balıklar yüzmeyi kimden öğrendiyse bana da âşıklığı o güç öğretti.” diyerek bunun İlahî kaynaklı olduğunu ifade etmiş ama; Reyhanî gibi büyük ustaları dinlemekten onları tanımaktan, onlardan ilham almaktan geri durmamıştır. 1990’a kadar amatör olarak uğraş verdikten sonra 1990 yılında Konya Âşıklar Bayramı'na katılır. Burada kabuL gördükten sonra her yıl Konya Âşıklar Bayramı’na ve Konya’da yapılan diğer etkinliklere çağrılır, derken Erzurum, İstanbul, Ankara gibi şehirlerde konserlere ve festivallere katılır. 1996’da Konya Âşıklar Bayramı’nda atışma dalı birincilik ödülünü alır. Âşık Bürhanî, Gürkanî ve başka âşıklarla atışma yapar.
Kazanoğlu’nun 114 kadar şiiri bulunmaktadır. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde genellikle dörtlük kullanmıştır.Yazmış olduğu şiirlerin 94’ü koşma , 10’u semai, 3’ü divan, 2’si destan türünden ibarettir. Kazanoğlu, "Oğul” adında bir de kaset çıkarmıştır.
Kazanoğlu şiirlerinde ağırlıklı olarak gurbet, sıla özlemi, sevgi, dinî ve millî konular üzerinde durmuş; yozlaşma karşısında şikâyetini ve hicvini esirgememiştir.
Hikmet Çığlık, ispir Dergisi’nde Âşık Kazanoğlu adlı yazısında, “Sevgi teması, âşığın şiirlerinde evrensel bir nitelik taşımaktadır. O, sevginin bütün insanlara ve bütün varlıklara olduğunu söyler. Kazanoğlu’nun sevgi anlayışı ile Yunus Emre’nin sevgi felsefesi örtüşmektedir.” der ve âşığın şu dörtlüklerini örnek verir:
“İnsanları birbirine bağlayan/ En dürüst ifade manadır sevgi
Dini dili ırkı ne olursa olsun/Yaratılmış bütün canadır sevgi”
“Mevlana’nın çağrısına uyarak/Hacı Bektaş hoşgörü diyerek
Yunus gibi her nesneyi severek/ Sarıp sarmalayan anadır sevgi”
Âşık Firarî
1959 yılında ispir’in Aksu köyünde doğdu. Asıl adı Mustafa Şahin’dir. Âşık Firarî, sanat kabiliyeti olan bir ailenin çocuğudur. Anne tarafından dedesi Ârifî Baba ve dayısı Âşık Meftunî’nin kendisinin âşıklığa yönelmesinde etkisi büyüktür.
Âşık Firarî, sazı iyi çalabilen âşıklarımızdandır. Firarî, sazın yanında tulum ve kaval da çalabilmektedir.
Firarî, âşıklığa asıl adımı çobanlık yaparken gördüğü bir rüya sonrasında adım atmıştır. “Seherşah”, onun arayıp da bulmadığı maşuka”sıdır. Firarî, mahlasının kaynağını şöyle dile getirmektedir: “Ayrılık var ya ayrılık; işte odur beni Firarî eden. Yârdan ayrılık, anadan, babadan, köyden ve dağlardan ayrılık var ya...” ... Ama; şunu da söyleyeyim ki bütün bu azaplar olmadan âşıklık da âşık da olmaz.”
Firarî, 1992 yılında Anakara’ya taşınmış ve âşıklık geleneğine burada katkıda bulunmaya çalışmıştır. Bir yandan fırında çalışırken bir yandan da Kul Nuri, Zeki Erdali gibi Anakara’da oturan âşıklarla görüşerek gelenekten kopmamaya çalışmıştır. Firarî, daha önceleri, dayısı Meftunî, köylüsü Cammoğlu; Uçucu ve Gaffarî ile atışma yapmış; âşıklık düzeyini ilerletmeye çalışmıştır.
Âşık Firarî’nin 110 adet şiiri bulunmaktadır. Şiirlerinden bir kısmı, İSPAV'ın yayın organı olan İspir ve DTCF’de BİSET ‘in Yansıma adlı dergilerinde yayımlanmıştır.
Firarî, şiirlerinde daha çok “ayrılık”, “aşk, “sevgi” “sıla hasreti”, “yoksulluk” konulara yer vermiştir. Şiirlerinde halk şiirinin kimi mazmunları yanında kendi ürünü olan mazmunları da görmek mümkündür.
Âşık Veysel Yıldızer
Aslen Pazaryolu’nun Gocuktur köyünden olan Yıldızer, babasının görevi dolayısıyla gittiği Sarıkamış’ta doğmuştur.
Küçük yaşta âşıklığa merak salan Yıldızer, olgunlaştıktan sonra Reyhanî ve Çobanoğlu'nun yanına takılmış ve âşıklık geleneği hakkında onlardan feyiz almıştır. Âşık Yıldızer, bu geleneği, bazı televizyon programlarına katılıp türkü söyleyerek sürdürmektedir.
Sonuç
İspir, Türk toprağı olduğundan bu yana şairleri ve âşıklık geleneğimizin temsilcileri olan hakk/halk âşıklarıyla daima sesini duyuran kutlu bir belde olmuştur. Çoruh’tan Kaçkarlar’a uzanan bu coğrafi kesit, bütün güzellik, ihtişam ve bir o kadar da çetinliğiyle buradaki âşıkların ve şairlerin muhayyilesinde yer etmiş; onların gönüllerine ilham perisi olmuştur, ispir'de âşık ve şair, âdeta Çoruh’un ikiz kardeşidir.
17. yüzyıldan günümüze kadar gelindiğinde 20-25 âşık; 40-50 şair ve çok sayıda şiirle iştigal eden kişinin varlığından haberdar oluruz. Mahirî,Hafız, Hicranî Baba, Arifi Baba, Âşık Ömer (Derdiyok), Âşık Meftunî, Âşık Garip Sultan, Âşık Paşa Ali, Âşık Ummanî, Âşık Coşkunî, Âşık Devranî Baba,Âşık Uçucu, Âşık Mehmet,Seyfettinoğlu (Müştak Şahin) .Âşık Seyyahî.Âşık Cammoğlu,Âşık Kazanoğlu, Âşık Yanığî.Âşık Firarî,Âşık Veysel Yıldızer gibi âşıklar; Hazık Mehmet Efendi,Muhammet Tapsorî, Ziya Paşa, Mehmet Yılmaz, Mustafa Ketenci, Mustafa Arslan, Servet Aktaş, Yusuf Ziya Âdem, Nihat Güreşçi,Hüsamettin Akıncı, İbrahim Salduz, Binvar Kurbanoğlu, Yücel Âmil, Mehmet Genç,Ali Atmaca, Remziye Yılmaz Lütfü Güzel,Talip Demir,Selahattin Aktaş, Bekir Salim, Baki Çetin, Şerif Çöpürgensli, Selahattin Toraman, Hüseyin Avni Ekşi, Muammer Polat, Ramazan Atmaca, Mustafa ilhan, Erol Şimşek, Nihat Türker, Ahmet Coşkun, Yaşar Yılmaz, Çevriye Kaya, Nevzat Duran, Alper Yiğit gibi şairler, şiir geleneğimizin temsilcileri olarak değerlendirilebilir.
Sözünü ettiğimiz bu âşıklar ve şairler aşk, İlahî aşk, tasavvuf; Türk tarihi, millî-manevi değerler; göç, geçim sıkıntısı, yaşanılan mekânın ve hayatın zorlukları; memleket özlemi; yaşanılan yerin güzellikleri (Çoruh, Kaçkar, Yedigöller); ilçenin tarihi ve onun belli simalarına övgü (kurtuluş; Müftü Başkapan inayet’in Osman vb.) gibi temaları şiirlerinde işlemişlerdir.
Özellikle son yüzyılda varlık gösteren ispirli âşıkların ve şairlerin şiirlerinde ispir çok önemli bir yer tutmaktadır. 93 Harbini takiben ve 1970’lerden itibaren başka yerlere yapılan göçler, İspir’e karşı daima bir özlem oluşturmuştur. Bu sıla hasreti, gurbette yaşayan ispirli âşıkların ve şairlerin önemli şiir temalarından birini teşkil etmiştir. Kurtuluş coşkusu ve ilçenin güzellikleri, memleket özlemini tamamlayan temalar olarak dikkat çekmektedir.
Kaynak: İspir - Pazaryolu Tarih, Kültür ve Ekonomi Sempozyumu, 26-28 Haziran 2008 İspir
Yaşar YILMAZ, Sağlık Bakanlığı, Sıhhiye, Ankara