Giriş
Âşık sözcüğü, Türkçe Sözlükte “Saz ve tambura çalarak şiirler söyleyen gezgin halk şâiri, saz şâiri” olarak tanımlanmaktadır. Ansiklopedik Türk Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü’nde ise “Daha çok kırsal kesimlerde yetişen, şiirlerini saz eşliğinde ve hece vezni ile vücuda getiren, halk hikâyesi tasnif edebilen ve anlatabilen sanatçıya verilen ad” diye tanımlanmaktadır. Saim Sakaoğlu da “irticalen şiir söyleyebilen, saz çalabilen kişi” diye nitelemektedir. Âşık ve âşıklık geleneği üzerine yapılmış çalışmaların hepsinde âşık sözcüğü benzeri tanımlarla verilir. Âşık kelimesi, saz şairi manasında daha çok batı Türkleri arasında kullanılmaktadır. Anadolu’da, bazıları bu terimin ifade ettiği anlamı tam karşılamasa da âşık yerine halk şairi, saz şairi, ozan gibi sözcükler de sıkça kullanılmaktadır.
Bazı kaynaklar, âşıklık geleneğinin, Türklerin tarih sahnesine çıktığı milattan önce III. yüzyıldan itibaren başladığını ve zamanla geniş bir coğrafyaya yayıldığını belirtmektedir. Âşıklık geleneğinin ne zaman başladığı ve ilk şekli üzerine daha kesin bir bilgi vermek çok güçtür. Bunun en önemli nedenlerinden biri, geleneğin sözlü edebiyat yoluyla icra edilmesi ve bu edebiyat mahsullerinin yazıya geçirilmemiş olmasıdır. Âşıklık geleneği ve bu geleneğin vücuda getirdiği âşık edebiyatı, Anadolu sahasında IVI. yüzyıldan itibaren takip edilebilmektedir. Âşıklık geleneği, XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gittikçe zayıflamaya başlar. Özellikle görsel yayın organlarının gelişmesiyle, toplumun eğlence kültürü ve sanat anlayışının değişmiş olması, bir meslek olarak âşıklığın artık çok para kazandırmaması, bu hususa sebep olarak gösterilebilecek en önemli etkenlerdir.
Bütün olumsuzluklara rağmen âşıklık geleneğinin son zamanlara kadar Türkiye’de en canlı biçimde yaşatıldığı bölge Doğu Anadolu’dur. Erzurum ve Kars dolaylarında bu geleneğin daha yaygın olduğu dikkat çekmektedir. Geleneği canlı bir biçimde devam ettirmeye çalışan âşıklar üzerine son zamanlarda çok önemli bilimsel çalışmalar yapıldı. Fakat bilimsel çalışmalarda henüz adı yer almayan, kırsal kesimlerde, köy ortamında geleneği devam ettiren âşıkların var olduğu da bilinmektedir. Genellikle eğitim seviyesi düşük olan bu kişilerin gerek saz ile gerek söz ile söyledikleri şiir ve anlatılar çoğunlukla yöresel kalmıştır. Bir başka deyişle dar bir çevrede bilinmektedir. Bunlardan biri de ispirli Âşık Bağrıyanık’tır. Erzurum’da âşıklık geleneği üzerine müstakil bir çalışma yapmış olan Metin Özarslan, Şöhreti daha dar bir çevreyle sınırlı kalan âşıklar arasında Tayyar Karagülle (Yanığî)’nin ismine de yer verir. Bu çalışmada Âşık Bağrıyanık’ın özgeçmişi, bâde içmesi, mahlas alması, şiir söylemeye başlaması ve şiirleri ele alınmıştır.
Özgeçmişi
Asıl adı Abdurrahman Karagülle'dir. Yetiştiği muhitte daha çok Tayyar Karagülle ismiyle tanınır. 1934 (resmi kayıtlarda 1936) yılında İspir ilçesine bağlı Kırık beldesinin Güney Köyü’nde doğar. Çocukluğu doğduğu köyde geçer. On bir yaşındayken rüyasında bâde içerek âşık olur. Bu yaştan itibaren köy köy gezer ve köy odalarında, düğünlerde, eğlence programlarında şiirler söyler. Aynı zamanda askere gidinceye kadar köyünde çiftçilik yapar. 1952 yılında evlenir. 1956 yılında askere alınır ve iki buçuk sene askerlik yapar. Askerde okuma yazma öğrenir. Askerden döndükten sonra işçi olarak İstanbul'a gider, inşaatlarda ve muhtelif fabrikalarda çalışır. 1975 yılında ailesi de İstanbul’a göçer, işçi emeklisidir. Halen Kocaeli’nin Gebze ilçesinde yaşamaktadır. Bağrıyanık, üç çocuk babasıdır.
Rüyasında Bâde İçmesi, Mahlas Alması
Âşıklık geleneği içinde usta-çırak ilişkisi çok önemlidir. Âşıklığa yatkın olan çocuk daha küçük yaşından itibaren usta bir âşığın yanında kalarak, köy köy, kasaba kasaba onunla gezerek bu sanatın inceliklerini öğrenir. Zamanla kendini geliştirerek usta âşık olur. Fakat gelenek içinde âşık olmanın tek yolu bu değildir. Bir diğer yolu da rüyada bâde içerek badeli âşık olmaktır. Bâde “halkbiliminde rakı, şarap gibi alkollü içki anlamına gelmez. Şerbet, su gibi içilecek bir mai olduğu gibi elma, nar, ekmek, üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olur. Hatta ele verilen bir saz da bade olmaktadır. Bade içme, görülen rüya sonucu manevi bir değişmeye uğramadır.” Rüyasında bâde içerek âşık olanlara gelenek içinde bâdeli âşık denir. Bir âşık hem bir usta yanında yetişmiş hem de rüyasında bâde içmiş de olabilir. Rüyada bâdeyi genellikle Hz. Ali, Hz. Hızır, Kırklar, Erenler vb. ulu kişiler ikram ederler.
Mahlas, âşığın kullandığı takma isimdir. Âşık, mahlasını ya kendisi seçer ya da bir başkası tarafından verilir. “En yaygını âşık adayına ustası tarafından mahlas verilmesidir.” Rüyada mahlas verilmesine de âşıklık geleneği içinde sıkça rastlanılmaktadır.
Bağrıyanık’ın bir ustası olmamıştır. O, bâdeli âşıktır. On bir yaşındayken, rüyasında iki pîr-i fâni gelerek bâde sunarlar. Yanık, Yantğî, Bağrıyanık mahlaslarını verirler.
Bağrıyanık, bâde içmesini ve pirlerden mahlas almasını kendi ağzından şöyle anlatır:
“On bir yaşında iken kardeşim Yaşar ile evin içinde, tandırın başında beraber yatıyorduk. Annem yan tarafımda yatıyordu. Yönüm kıbleye, Tecel Dağı’na doğru idi. O yönden yeşil bir ışığın doğduğunu ve ışıkla beraber iki pir-i fani ile bir nev-civânın geldiğini gördüm. Köyümüzün alt kısmında, isakpur çayırın gözesi denilen yeşillikte yatıyordum. İkisi de yeşil cüppeli, beyaz kavuklu idi. Bir kürsünün içinde oturuyordum. Pir-i fani eliyle sırtımı sıvazladı. Nev-civân olanının bir kadehi dudağıma değdirdiğini hissettim. “Oğlum her şeyin sonunda Yanık, Yanığî veya Bağrıyanık diye söylersin” dendi. Onlar bana ayrıca “Oğlum sakın söyleme” diye tembih ediyorlardı. Yanık, Yanığî, Bağrıyanık mahlası o pirler tarafından verildi. O anda annem bana sesleniyordu.”
Şiir Söylemeye Başlaması:
Âşıklık geleneği içinde yetişmiş olan icracıların yaygın inanışına göre, rüyasında bâde içen âşığa ilham kapıları açılır, dili çözülür. Bâde içme, irticalen şiir söylemenin ruhsatı gibi algılanır. Bu fenomen, âşığın dünyasında köklü bir değişimdir.
Bağrıyanık’ta, bâde içmeden önce şiir söylemeye dair hiçbir belirti bulunmamaktadır. Rüyadan bir gün sonra ilham dolu şiirler söylemeye başlar. Âşık, ilk şiir söylemeye başlayışını şöyle anlatır:
“O gün bir ateş içinde kavruldum. Ne olduğunu sorduklarında hiçbir şey söyleyemedim, konuşamadım. Ertesi gün misafir odasında söylemeye başladım. Yönüm kıbleye dönüktü. Annem geldi “Oğlum sen ne söylüyorsun? Bir şeyler söylüyorsun ama ne söylüyorsun?” dedi. Gidip köyün imamı Molla Muhammed Hoca’yı çağırmış. Molla Muhammed Hoca geldi. “Küçük, hele söyle bakayım ne diyorsun?” dedi. Çektim besmeleyi, yönümü kıbleye dönüp söylemeye başladım:
Bir an daldım derin uykuya,
Göründü gözüme ol rüya,
Kıble yönünde nurlu ziya,
Emrolundu ihsanda hocam,
Beyaz kavuk yeşil cüppeli,
Sıvandı sırtım, nazik eli,
Yanında bir civan sürmeli,
Duruyordu mekanda hocam.
Sağ cenahta kurulu krüsü,
Vermeye başladı ilk dersi,
Lügat-ı Arabi hem Farsî,
Cem eyledi lisanda hocam.
Hû Hû ile kuruldu divan,
Bab-ı hidayetinde ihsan,
Elinde kâse ol nev-civân,
Katre kaldı bu canda hocam.
Katreyi nûş eyledim yandım,
Vücudumu ateşte sandım,
Ses verince anam, uyandım,
Dertle doldum cihanda hocam.
Âlem gird türlü eyleme,
İzhar etti sakın söyleme,
Vereceğim sana bir nâme,
Duydum ayan o anda hocam.
Molla Muhammed Hoca bu şiiri dinledikten sonra çocuğun kabiliyetine hayran kalır. Ertesi gün Bağrıyanık’ı, kendisinden daha bilgili olduğunu düşündüğü Alacabük Köyü’nden Abdurrahman Efendi’ye götürür. Orada da şu şiiri okur:
Insan-ı kâmil olayım derken
ONdan aranır ihsan efendim.
Nûş eylemeden badeyi erken
Uyandım sana mihman efendim.
Yeşil bir hattır dörttür noktası
Eynime geydim kudret hırkası
Emr haktan okuttular ihlası
Yan şemine divanda efendim.
Yirmi dört deryanın bir limanı
Okudun hutbe Cuma zamanı
Emr-i Hak'tan kesmem hiç gümanı
Söylenen sır lisanda efendim
İzahı mevcut ilmim anda
Katreyi nû et misbahi canda
Coştu sevdası. damarda kanda
Mahcup olmam divanda efendim
Arifler okur harf-i kelâmı
Orada sevdim canda cananı
Yanık dediler işittim gümanı
Gezip dolanayım cihanda hocam.
Abdurahman Efendi de çocuğun kabiliyetine hayran kalır. Böylece daha on bir yaşındayken Yanık, Yanığî veya Bağrıyanık mahlaslarını alan âşık, kendi kendine şiirler söylemeye başlar. Muhitteki saygın hocalara götürüldükten sonra bu çocuğa ilham dolu sır perdesinin aralandığı anlaşılır. Yörede herkes onu Hakk âşığı olarak tanır. Bir süre sonra köy köy dolaşarak şiirler söyler. Bu köy odalarında söylerken, Yunus köyünden saz çalmasını bilen Dursunali Topçu (Maşûkî) kendisine eşlik eder. Bağrıyanık, artık çevredeki düğünlerin, şenliklerin vb. diğer faaliyetlerin baş konuğu olur.
Askerde okuma yazma öğrenir. Bir süre İstanbul’da inşaatlarda çalışan âşık, burada Âşık Davut Sulan ile tanışır. Davut Sularî’nin açmış olduğu ve âşıklık geleneğinin icra edildiği bir mekânda söylemeye başlar. Burada birçok âşıkla tanışır. Farklı yerlerde değişik vesilelerle görüştüğü Reyhanî, Mevlüt ihsanî ve Nuri Çırağî ile karşılıklı söyler.
Âşık Bağrıyanık, saz çalmayı bilmemektedir. Gençlik yıllarında İstanbul’dayken saz çalmayı öğrenmek için bir teşebbüste bulunsa da, özellikle babasının karşı çıkması üzerine bu arzusundan vazgeçer.
Şiirleri
Âşık Edebiyatında hece ölçüsüyle söylenen nazım türleri koşma, semai, varsağı ve destandır. Bunlar arasında en yaygın olanı ise koşmadır. Koşmalar, işledikleri konulara göre güzelleme, koçaklama, taşlama ve ağıt gibi isimler alırlar. Koşmalarda, hece ölçüsünün 6+5=11 veya 4+4+3= 11 ’li kalıbı kullanılır. Semai, hece vezninin 8’li kalıbıyla söylenir. Konuları bakımından koşmadan pek farklı değildir. Varsağı’da hece ölçüsünün 8’li kalıbıyla söylenir. Bu türde, semailerde olmayan mertçe bir söyleyiş biçimi dikkat çeker. Âşık edebiyatında destanlar, toplumu yakından ilgilendiren savaş, isyan, deprem, kıtlık, yangın; toplumsal yergiler, cimrilik, dalkavukluk gibi konuları işlerler.
Bağrıyanık, şiirlerini genellikle hecenin 8 ve 11 ’li ölçüleriyle söyler. Ağırlıklı olarak tam ve yarım kafiye kullanır. Şiirlerinde koşma, semai ve destan türlerine rastlanılmaktadır. Koşma türünde olan şiirlerinin tamamına yakını güzelleme tarzındadır. Bir tane ağıt örneği bulunmaktadır. Arşivimizde kayıtlı olan 138 şiir içinde taşlama ve koçaklama örneği bulunmamaktadır. Bir tane destan türünde şiiri vardır.
Geleneksel âşık tarzı şiirinin tekke şiiriyle birleştiği Allah, peygamber ve insan sevgisi, dürüstlük gibi ana temalar, Bağrıyanık’ın hemen hemen bütün şiirlerine hâkimdir. Şiirlerinde, oldukça sade ve duru bir Türkçe dikkat çekmektedir. Hem işlediği konular hem de dil açısından onun şiirleri, bize Yunus’u çağrıştırmaktadır:
Odur duyuran sesini,
Allah diyen nefesini,
Hak için her hevesini,
Veren var mı bu cihanda?
Gelir geçer dem ü devran,
Açıp bahçesini seyran,
Zaman gelir, göçer kervan,
Gören var mı bu cihanda?
Böyle yazıp arz u halin.
Hep kaldırıp kıl u kalın.
Helal yola doğru nalın.
Veren var mı bu cihanda?
Seyret erlerin erini,
Kur’an deyip rehberini,
Sekiz cennetle yerini,
Kuran var mı bu cihanda?
Dinle arifin sözünü,
Seçip alırsan özünü,
Hak didârına yüzünü,
Süren var mı bu cihanda?
Yanık der ki nedir halın,
Kalmaz bir gün vah mecalin,
Vaktinde gel arz u halin,
Veren var mı bu cihanda?
* * *
Uyandım vakt-i seherde,
Zulmata çekilmiş perde,
Dağlar tutuşmuş bir derde,
Derya Muhammed Muhammed!
Gözlerden kaçmış uykular,
Her tarafta inilti var,
Damarda şahlanmış sular,
Der ya Muhammed Muhammed!
Gökyüzüne yeşil hatlar,
Yeryüzünde biten otlar,
Bütün canlı mahlûkatlar,
Der ya Muhammed Muhammed!
Seni seven kapın çalar,
Rahmet deryasına dalar.
Enbiyalar evliyalar,
Der ya Muhammed Muhammed!
Sana gelen doğru yollar,
Allah diyen mümin kullar,
Seherde bağ-ı bülbüller,
Derya Muhammed Muhammed!
Bak yerdeki cansız taşlar,
Kâbe’ye cem olur kuşlar,
Şu dağlardaki ağaçlar,
Der ya Muhammed Muhammed!
Bu gökteki şems ü kamer,
Aşkınla pervane döner,
Hem bir mızrak üzre iner
Der ya Muhammed Muhammed!
Yanık sende nübüvvet,
Ne sırdır bu ne de hikmet,
Yedi derya hepsi kat kat,
Der ya Muhammed Muhammed!
Âşık Bağrıyanık’ın şiirlerinde destan örneğine çalan tilkiye şöyle bir destan söyler:
Ömrümde bir kerre çıkmışam herge,
Mevlayı seversen azdan az harca,
Bu gidişle bizi sokarsın borca,
Nedir başımıza dönersin tilki,
Dünyayı benim mi sanarsın tilki?
Sene mi çalışak altı ay yazı,
Nerde buldun böyle yolunan gazı,
Üstümüze kılarsın kaza namazı,
Nedir başımıza dönersin tilki,
Dünyayı benim mi sanarsın tilki?
Nasıl bildin yiyeceğin hasını,
Yağı yedin bize bıraktın tasını,
Niye bozdun davarcığın süsünü,
Nedir başımıza dönersin tilki,
Dünyayı benim mi sanarsın tilki?
Avcı değilim ki gezdirem tazı,
Senin yaptığına kim olur razı,
Allah'ın aşkına ara ver bazı,
Nedir başımıza döner sin tilki,
Dünyayı benim mi sanarsın tilki?
Üzerimize kara geliyor sabahlar,
Acından ho demez oldu hodaklar,
Üç beş gündür yağ görmedi dodaklar,
Nedir başımıza dönersin tilki,
Dünyayı benim mi sanarsın tilki?
Açlıktan bir kemik kaldık bir deri,
Kayfaltı yedirmedin herge çıktıktan beri,
Görmedin mi burada bunca rençberi,
Nedir başımıza dönersin tilki,
Dünyayı benim mi sanarsın tilki?
Gizledin kendini etmedin aşikâr,
Bizimle acep ortaklığın mı var,
Nere götürürsen davetin mi var,
Nedir başımıza dönersin tilki,
Dünyayı benim mi sanarsın tilki?
Bağrıyanık dedi sana bir destan,
Hırsızlıkla ne bağ olur ne de bostan,
Vallahi tutsam kül basarım postan,
Nedir başımıza dönersin tilki,
Dünyayı benim mi sanarsın tilki?
Âşık Bağrıyanık, İstanbul’da Davut Sularî’nin mekânında söylediği dönemlerde pek çok âşıkla atışma da yapmıştır. Bu şiirler kaydedilmediği için pek çoğu kaybolup gitmiştir. Bu atışmalardan bir tanesi şöyledir:
Âşık Bağrıyanık:
Sağlam bir kirişin sarsılmaz yayı,
Yönetendir Davut Suları bu yarıyı,
Cem olmuş ortaya kurmuş sofrayı,
Toplanıp sofradan yiyin âşıklar.
Aldı Selami Erzincanlı:
İnsan olan bu meydana uymalı,
Kibir benliği elden koymalı,
Bir elif nakışlı göğsü düymeli,
Ne diyor Yanığî duyun âşıklar.
Aldı Selami Erzincanlı:
İnsanın kalbine sır olur katı,
Nedir insanoğlunun gamı mihneti,
Bırakın kibiri artık şöhreti,
Kibir libasını soyun âşıklar.
Aldı Selami Erzincanlı:
Selamî’yim ben böyle boş geçmem divanı,
Her gelen terk eder elbet cihanı,
İnsanı insan eden kendi lisanı,
Burada oynamıyoruz oyun âşıklar.
Davut Sularî'dir hasların hası
Buraya toplamış avamı hası
Herkese biçmiş bir gam libası,
Alın birer tane giyin âşıklar.
Aldı Âşık Bağrıyanık:
Kötüya kullanma sakın vicdanı,
Harabet eder çünkü lisanı,
İnsandır yükseltir insanı,
Ne ise bu ahvale uyun âşıklar.
Adlı Âşık Bağrıyanık:
Yanığıyım düşmem asla illete,
Meramım oldur bir şey verem millete,
İnsan odur uya ehli hizmete,
Daha size neler deyim âşıklar.
Âşık Bağrıyanık’tan “Ferahnaz ile Osman” adlı bir de halk hikâyesi derlenmiştir. Bu hikâyenin metni de yukarıda adı geçen tez çalışmasında yer almaktadır. Bağrıyanık, bu hikâyeyi 1954 yılında PolatlI Köyü’nde Âşık İrfanî’den dinlemiştir. Aynı tez çalışmasında, âşığın anlattığı iki de masal metni vardır.
Sonuç:
Âşık Bağrıyanık, köy muhitinde yetişmiş bir halk şairidir. Köy muhitinde yetişmiş âşıklar ”... tümüyle içinde yetiştikleri halkın dilini kullanırlar, halkın düşünüş ve yaşayış tarzına daha yakın bir tavır sergilerler.” O yüzden Bağrıyanık’ın şiirlerinde çok sade bir Türkçe dikkat çekmektedir. Anlatımı oldukça akıcıdır. Allah sevgisi, peygamber sevgisi, dürı çalışkanlık, adalet vb. halkın çok değer verdiği konular şiirlerinin birçoğuna hâkimdir. Â oldukça içten ve samimi bir söyleyiş tarzı vardır. Şiirlerinin hepsini irticalen söylemektedir, çok kendi yöresinde şiirler söylediği için fazla tanınmamıştır. Saz çalmasını bilmeme şüphesiz bunda etkili olmuştur.
Bağrıyanık, usta çırak ilişkisiyle yetişmemiştir. On bir yaşındayken rüyasında pîr-i fâı elinden bâde içerek âşık olmuştur. Yanık, Yanığî, Bağrıyanık olmak üzere üç tane m; vardır. Mahlaslarını, rüyasında kendisine bâde sunan pîr-i fânilerden almıştır. Kendi muh Bağrıyanık ismiyle tanınmaktadır. Fakat o, şiirlerinde daha çok Yanığı mahlasını kullanmat Güzelleme, ağıt, semai, destan türünde şiirleri vardır. Şiirlerinde 8’li ve 11 ’li hece ölçü ağırlıkta olduğu dikkat çeker.
Kırık yöresinin çayırlarından güzel bir bahar manzarası
Kaynak: İspir - Pazaryolu Tarih, Kültür ve Ekonomi Sempozyumu, 26-28 Haziran 2008 İspir
Hüseyin BAYDEMİR, Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, Erzurum