Giriş
Dünyanın en eski ve en köklü milletlerinden birisi olan Türk milleti, anayurt Orta Asya’da tarih sahnesine çıktıktan sonra kısa bir süre içerisinde geniş bir yayılım içine girmiştir. Başta Çin olmak üzere Sibirya, Hindistan, Karadeniz’in kuzey bölgeleri (Deşt-i Kıpçak bozkırları), Doğu Avrupa ve Anadolu bu yayılımın alanlarını oluşturmaktadır.
Türklerin Anadolu ile ilgisi esas itibariyle milattan önceki tarihlere dayanmaktadır. Makedonyalı İskender, doğu seferi sırasında Doğu Anadolu’ya geldiği zaman kaynaklarda “Bun-Turki” adı verilen Türkler ve Kıpçaklarla karşılaşmıştır. Türkler bu sırada İspir (Sper veya Çoruh boyları)’i de içine alan geniş bir sahada yaşıyorlardı. Esasen eski Çin kaynaklarında Su, Kaşgarlı Mahmud’ta Şu olarak anılan Sakalar, Azak Denizi çevrelerinde yaşayan soydaşları Kimmerleri yurtlarından çıkararak, M. Ö. 720 yıllarında Kafkas Dağları güneyine çekilmelerine neden olmuşlardır. Nihayet M. Ö. 680 yıllarında Kafkas geçitlerinden aşarak Kür ve Araş boylarına yayılmışlardır. Pers kralı Darius, M.Ö. 519 yılında Kafkas Dağlarına kadar yaptığı sefer sırasında Kafkasların güney bölgelerinde Sakalar bulunuyordu. Kral bu bölgeyi ele geçirdikten sonra Aras’ın kuzeyinde “Sakalar ile Kaspiler”, Tebriz civarında “Matianlılar ile Alarodyalılar” ve Çoruh boylarında İspir bölgesinde yaşayan “Sasperliler”i hâkimiyeti altına aldı.
Anadolu Üzerine Türk Akınları
Anadolu üzerine yapılan Türk akınları milattan sonra da devam etti. Bu dönemde ilk Türk akını Hun Türkleri tarafından gerçekleştirildi. Asya Hunlarının devamı ve torunları olan Avrupa Hunları veya Batı Hunları, IV. Asrın ortalarında Aral Gölü çevrelerini ele geçirdikten sonra 374’de İtil (Volga) kıyılarında göründüler. Aynı yıl içinde Doğu Gotlarını ve sonra da Batı Gotlarını mağlup ederek Doğu Avrupa ufuklarında at koşturmaya başladılar. Hunlar Roma İmparatoru I. Theodosios’un ölüm yılı olan 395’de iki cepheli olarak batıya doğru akınlara başladı. Hunlardan bir kısmı Balkanlardan Trakya’ya doğru ilerlerken, daha büyük sayıdaki diğer kısmı ise Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yöneldi. Hun Devleti’nin Don Nehri havalisindeki doğu kanadı tarafından tertip edilen Anadolu akını, Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresinde yapılmıştır. Romalıları olduğu kadar Sasani İmparatorluğu’nu telaşa düşüren bu akında Türk süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu ve Fırat vadilerini takip ederek Malatya’ya oradan da Çukurova’ya ilerlemişlerdir. Bölgenin en kuvvetli kalesi Urfa ve Antakya’yı bir müddet kuşattıktan sonra Suriye’ye inerek buradan Kudüs’e yönelmişlerdir. Çok süratli gelişen bu harekâttan korkuya kapıldıkları için Hunlara dair acayip hikâyeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözleri önünde akıncılar, sonbahara doğru kuzeye çark ederek Orta Anadolu’ya Kayseri ve Ankara havalisine ulaştılar. Buradan da yine Erzurum üzerinden Azerbaycan yolu ile kuzeye merkezlerine döndüler. Hun orduları iki yıl sonra tekrar Anadolu üzerine akın yaptılarsa da bu akın biraz daha küçük çaplı olmuştur.
Tanrı Dağlarının batısı İli Nehri sahasında yaşayan Sabarlar, kaynaklarda “Sabir, Sabeir, Savır ve Sebir” şeklinde adlandırılmışlardır. Doğudan gelen Avarların baskısı ile batıya doğru yönelmişlerdir. Altay Dağları ile Ural dağları arasındaki düzlüklerde yaşayan Oğur Türk boylarını yurtlarından atarak Tobol ve İşim Irmakları arasına yerleşmişlerdir. 503 yılında Doğu Avrupa’ya doğru hâkimiyetlerini genişleterek 515’de Kafkasların kuzeyinde bulunan Kuban ırmağı boyunda yerleşerek hem Bizans ve hem de Sasani imparatorluğu ile siyasi temaslar kurmuşlardır. Balak (Belek) adlı hükümdarlarının idaresindeki Sabirler, Kafkasların güneyine geçerek Kür Nehri havzasına geldiler. Buradan Anadolu’ya girerek Kayseri, Ankara ve Kastamonu’ya kadar akınlarını sürdürdüler. Bundan sonra Sabirler, Azerbaycan, Gürcistan ve Doğu Anadolu’yu uzun zaman idareleri altında bulundurdular. Çoruh Nehri sahiline yakın İspir, genelde Gürcü-Bizans mücadelesinde büyük rol oynamıştır. Kaynaklarda Sper olarak geçmektedir.
Bizans-Sasani mücadeleleri devam ederken İslam orduları da bir taraftan Bizans ve diğer taraftan da Sasanilere karşı büyük fetih hareketine giriştiler. O devrin dünyasının en güçlü iki imparatorluğuna karşı tek başına ve aynı anda harekete geçen İslam orduları Bizans’ın Mısır ve Suriye eyaletlerini fethederken, Sasanilere de öldürücü darbeler vurulmuş ve tarihe gömülmüştür. Bu arada Anadolu’nun Fırat Nehrinden itibaren doğu kısmı ilk İslam fetihleri esnasında fethedilmiş ve Emeviler zamanında bu fetihler genişlemiştir. Emeviler Anadolu’yu fethetmek için hiç ara vermeden yıllarca uğraştılar. Bu amaçla her yıl, yılda iki kere Anadolu’ya gazada bulundular. Ancak bunda başarılı olmadılar. Abbasilerin hilafeti esnasında Anadolu gazalarına devam edildi. İslam devleti ile gayr-i müslim devletin sınırını oluşturan sugur bölgelerine Horasan ordusundan bir hayli asker yerleştirildi. Abbasi Halifesi Mehdi (775-785); Fergana, İsficab, Belh, Harizm, Herat ve Semerkand halkından pek çok insanı Anadolu’ya yolladı. Bunlar arasında İslam’ın cihat anlayışına uyarak gönüllü olarak gelen Türkler de vardı. Böylece asker ve sivil olarak gelen Türkler Tarsus, Misis, Anazarva, Adana, Maraş, Malatya, Diyarbakır, Silvan, Ahlat, Malazgirt ve Erzurum gibi şehirlere yerleştiler.
Anadolu’nun güney ve doğu kısımları; Maveraünnehr Türkleri tarafından iskân olunmuştu. Halife Harun er-Reşid (786-809), Me’mun (813-833) ve el-Mu’tasım (833-842) zamanlarında halifenin ordusu Türklerden teşekkül ettiği için Anadolu gazalarına memur edilen kumandanlar da tabii olarak Türklerden seçildi. Halife el -Mütevekkil (847-861) zamanında Abbasi ordusu münhasıran Türklerden ibaret kaldıktan ve Türk kumandanlar Halife adına idareye el koyduktan sonra tabiatıyla “sugur” bölgesi de bunların eline geçti. Bu Türkler, İslamiyet’i müdafaa etmek ve Bizans’ın elinde bulunan Anadolu’yu ele geçirmek için devamlı akınlarda bulundular. Kaynakların yazdığına göre Anadolu’ya yerleşen Türklerin sayısı giderek artmış ve Tarsus’un nüfusu bir milyona ulaşmıştı. Tam iki yüz yıl müddetle, Bizans imparatorluğu ile mücadele yapan bu Türk başbuğlarının en meşhurları şunlardır: Vasif et-Türkî, Ferec et-Türkî, Amaçur, Bilgeçur, Sabit et-Türkî, Hakan, Kayı oğlu Ahmet gibi komutanlardı. Bu başbuğlar her sene gazaya çıkarlar, Bizans ülkesine girip bir veya birkaç şehri fetih veya yağma ettikten sonra geri dönerlerdi. Ancak Makedonya sülalesinin Bizans’ın başına gelmesiyle durum Müslümanlar aleyhine gelişmeye başladı. X. yüz yılın başından sonuna kadar Erzurum, Bitlis, Ahlat, Malatya ve Diyarbakır, Misis, Adana, Tarsus gibi Türk şehirleri Bizans’ın eline geçti.
Selçuklu Türklerinin Anadolu’yu fethetmesi dünya tarihini etkileyen olayların başında gelmektedir. Bu noktadan bakılırsa XI. Asır, Türk Tarihi’nde en mühim nokta olarak kabul edilebilir. Çünkü bu asırda meydana gelen hadiseler, daha sonraki yıllarda ortaya çıkan gelişmelerin adeta birer habercisi gibidir.
Anadolu üzerine yapılan Türk akınlarına girmeden önce Oğuzlar ve onların bir boyu olan Selçuklular üzerinde biraz durmamız gerekmektedir.
Oğuzlar, X. yüzyılda Hazar Denizi’nin doğusundan itibaren Sir-Derya’nın (Seyhun Nehrinin) orta mecrasına kadar uzanan sahada yaşıyorlardı. Oğuzların batısında Türk Hazar Devleti ve Bulgarlar, doğusunda Karluklar, Kuzeylerinde ise Kimekler bulunuyordu. Güneyde ise İslam Dünyası vardı. Bu dönemde Oğuzlar, Oğuz Yabgu Devleti’nin idaresinde yaşıyorlar ve başlarında da Yabgu bulunuyordu. Anadolu’yu Türk Milleti'ne vatan olarak hediye eden Selçukluların bağlı olduğu Kınık boyu Oğuzların siyasi hâkimiyeti altında hayatlarını devam ettiriyordu. Bu dönemde Kınık boyunun lideri Dukak Beydi. Dukak Bey, bu devlette çok önemli bir mevkii elinde tutuyor ve o, cesurluğu, devlet işlerindeki mahareti ile tanınıyordu. Dukak Bey’in ölümünden sonra oğlu Selçuk Bey, Yabgu Devleti’nin subaşı (ordu komutanlığı) görevine getirildi. Cesur ve atılgan kişiliği ve vazifesinde başarılı olmasından dolayı devlet içinde genç Selçuk’a karşı teveccüh artmış ve devlet adamları içinde sevilen bir kişilik olmuştur. Genç Selçuk’a karşı gösterilen teveccüh, diğer devlet adamlarının hasedini kendi üzerine çekti. Onların bu hasedi ve Yabgu’nun hanımının da, Selçuk Bey’i şikâyet etmesi üzerine Selçuk’u ortadan kaldırılmanın yolları aranmaya başlandı. Kaynaklara bakılırsa, Selçuk Bey’inde bu dönemde Yabgu’yu ortadan kaldırdıktan sonra devletin başına geçme isteğinde olduğu görülmektedir. Bundan sonra Selçuk Bey’in, hükümdarın kendi hakkındaki düşüncesini öğrendikten sonra yapmak istediği şey, Yabgu’nun gazabından kaçarak kurtulmak oldu.
Oğuz Yabgu’sundan kaçmak isteyen Selçuk Bey’in gideceği başlıca iki yön vardı. Bunlardan birincisi batı ve İkincisi de güney yönü idi. Esasen, tarih boyunca değişik sebeplerden dolayı anayurtlarını terk eden Türk boyları için her iki yönde meçhul değildi. Bununla beraber Selçuk Bey, bu iki yönden güney yönünü tercih etti. Bunun sebebi de, Selçuk Bey’in batıya giden Türk Boyları’nın batı ve doğu Roma imparatorlukları tarafından er veya geç imha edildikleri hakkında, müphemde olsa öteden beri rivayet edile gelen bir bilgiye sahip olduğudur. Ayrıca, daha önce ücretli asker olarak İslam devletlerine hizmet eden Türklerin başarılarının ve onlar hakkındaki bilgilerin de Selçuk Bey’i güneye çekmiş olduğu söylenebilir. Böylece Selçuk Bey, yanında bulunan kalabalık Oğuz kitleleriyle birlikte Cend bölgesine geldi. Diğer bir ifadeyle Selçuk Bey, “Turan’dan İran’a geçmiş oldu”. Bu bölgede İslam Dinini kabul ederek, bu dini yaymak için gazalara başladı. Hatta o, bu faaliyetlerinden dolayı “ Melik u’l-Gazi” unvanını aldı. Bundan sonra kendi beyliğinin temellerini attıktan sonra hayata gözlerini yumdu. Onun ölümüyle Oğuzlar için sıkıntılı günler başladı. Türkistan coğrafyasında kurulmuş olan Karahanlı ve Gazneli Devletleri’nin baskılarına maruz kaldılar. Bu baskılar sonucunda, kendilerine, rahat ve huzur içinde oturacakları yeni bir yurt aramaya koyuldular. Baskıların ve tacizlerin vuku bulduğu bir dönemde Çağrı Bey, Anadolu akınına başladı.
Çağrı Bey’in Anadolu akını, Doğu Anadolu’da Bizans-Bagratlı mücadelesinin devam ettiği bir sırada gerçekleşti. Yanında bulunan üç bin kişilik ordusunu, daha önce Azerbaycan’a gelmiş olan Türkmenlerle de takviye eden Çağrı Bey, Doğu Anadolu’nun sınırlarını aştı. Vaspurakan topraklarına girerek bölgenin büyük bir kısmını ele geçirdi. Bundan sonra Nahcivan taraflarına yürüdü. Nik bölgesinde Beçni kalesinin komutanı Vaşak Pahlavuni’nin kuvvetlerini bozguna uğrattı. Bu keşif akını olumlu sonuçlar verdi. Çağrı Bey, geriye döndüğü zaman, Tuğrul Bey’e şunları söyledi, ‘‘Burada yani Horasan’da iki büyük vali var. Biz yalnız başımıza bunların hakkından gelemiyoruz. Fakat keşfetmiş olduğum Anadolu’ya gidebiliriz, çünkü burada bize karşı koyabilecek bir hükümdar yoktur”.
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, bu akının sonuçlarını şu şekilde açıklamaktadır;
1- Bu ilk Selçuklu akımının maksadı, doğrudan doğruya gaza amacını taşımamaktadır. Hakiki sebep, Selçuklu Türklerine ileride yerleşebilecekleri müstakil iklimler aramak ve rastlanan mukavemeti mümkün mertebe yarmaktı. Bu hazırlık safhası 1071 Malazgirt zaferine kadar yapılmıştır.
2- Bu akın, Doğu Anadolu’daki Ermenilerin Kilikya bölgesine göç etmelerine sebep olmuştur. Tuğrul ve Çağrı Beylerin komutasındaki Selçuklu ordusunun 1040 yılında Dandanakan Meydan Savaşı’nda, Gazneli ordusunu perişan etmesiyle Ön Asya ve Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı. Çünkü savaşın kazanılmasından sonra Merv şehrinde toplanan kurultayda, Türk Devlet geleneği icabı fethedilen ve fethedilmesi düşünülen bölgeler paylaştırıldı. Bu paylaşımda, batı bölgeleri -Anadolu’da dâhil-, sultan ilan edilen Tuğrul Bey’e verildi. Böylece fetih hareketi düzenli bir hal aldı. Bu cümleden olmak üzere, Tuğrul Bey, İbrahim Yinal’ı Hemedan ve İsfahan bölgelerinin fethine memur etti. Kutalmış ve Resul Tegin’i, Hazar Deniz’i sahillerindeki ülkelerin fethi için vazifeli kıldı. Ayrıca amcası Musa inanç Bey’in oğlu Haşan Bey ile kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Yakuti’yi Azerbaycan’ı itaat almaları için gönderdi. Ayrıca vazife verilen şehzadelerin emrine ayrı ayrı ordular da verildi.
Batıya doğru harekete geçen Selçuklu kuvvetleri, Gence önünde Bizans ordusunu bozguna uğrattı (1046). Arkasından Pasinler’in (Hasankale) fethine girişen Haşan Bey, buradan güneye indiği sırada Gürcü kralı Liparit’in kumanda ettiği Bizans-Güncü karışımı ordunun pususuna düşerek şehit edildi. Bu olay Büyük Zap suyu kıyısında vuku buldu. Sultan Tuğrul Bey, Haşan Bey’in şehit edilmesine son derece üzülerek, Azerbaycan valiliğine atadığı İbrahim Yinal’ı ve Erran bölgesinde fetih hareketlerinde bulunan Kutalmış’ı hadisenin öcünü alması için görevlendirdi. Esasen bu sırada Selçuklu fetihlerine karşı, Bizans sınırının savunma noktaları kuvvetlendirildi. Bu savunma noktaları, Van Gölü civarındaki kaleler ile Oltu ve çevresinde bulunan tabya ve kaleler ile müstahkem Ani şehriydi.
İbrahim Yinal komutasındaki büyük Selçuklu ordusu 1049 (1048) yılında Anadolu sınırlarını aştı. Vaspurakan ve Gürcistan’ın Bizanslı valileri, Bizans imparator’undan acele yardım istedi. Bizans imparatoru yardım teklifine, Gürcü komutanı Lipariti göndererek cevap verdi. Liparit, Gürcü kuvvetleriyle birlikte Bizans ordusuyla birleşti. Bizans ordusu, Pasin ovasındaki Ordro’ya çekilirken, Türk ordusu Pasin ovasında bulunan Eleşkirt kasabasına ulaştı. Bu ordu, Bizans kuvvetleriyle savaşmadan önce Pasin ve Erzurum ovalarını ele geçirdikten sonra batıda Tercan, Bayburt ve Trabzon’a bölgesine kadar; kuzeyde İspir ve Oltu çevresine, doğuda Kağızman deresi ve Nahcivan bölgesine, güneyde Muş ve Bitlis’e kadar olan yerleri ele geçirdi. Neticede 18 Eylül 1049 Cumartesi günü iki ordu Pasinler ovasında Kapetru kalesi önünde karşı karşıya geldi ve akşama kadar süren savaşta Türk ordusu, Bizanslıları mağlup etti, iki devlet arasında yapılan anlaşmaya göre;
1- Emevi imparatorluğu zamanında İstanbul’da inşa edilen cami ve medrese tamir edilecek.
2- Hutbe, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ile Abbasi Halifesi adına okutulacak.
3- Cami’nin mihrabına Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri konacak.
Bu zaferi müteakiben Türk boyları Van gölü yakınlarından Trabzon’a kadar olan Doğu Anadolu bölgesine yayıldı. Pasinler savaşının hemen akabinde bazı iç hadiseleri halledip, devletin merkeziyetçi kuvvetini sağlamlaştırdıktan sonra Sultan Tuğrul Bey, bizzat Anadolu üzerine hareket etti. Aslında Oğuz Türklerinin Anadolu’da yurt kurmak ihtiyacı, Bizans İmparatorluğu ile tam bir anlaşmanın olmaması, bütün bunlardan daha önemlisi Bizans imparatorunun Anadolu’ya yeni yeni kuvvetler göndermesi, sultanı bu sefere zorladı. Gerçekten de Doğu Türkeli’nden gelen Oğuzlar, sınır bölgelerinde kesif bir şekilde yığılmışlardı.
Tuğrul Bey, 1054 yılında kuvvetli bir orduyla Anadolu sınırlarını aştı. Van Gölü’nün kuzey-doğusundaki Muradiye’yi aldıktan sonra Erciş'i de ele geçirdi. Bundan sonra Malazgirt’i kuşattı ise de burayı aladan kuşatmayı kaldırdı. Kuşatmayı kaldıran Tuğrul Bey, ordusunu üç kısma ayırarak çeşitli bölgeleri akınlar yaptırdı. Kuzeyde Gürcistan kalelerine karşı, Parhar dağlarına ve Kafkas Dağları’nın eteklerine, batıda Canik ormanlarına kadar olan yerleri ele geçirildi. Ayrıca yine batı yönünde Erzincan ve Tercan bölgesine kadar gidildi. Çoruh boyuna giden Türk kuvvetleri Bayburt, Trabzon ve Oltu yörelerinde var olan Selçuklu hâkimiyetini iyice kuvvetlendirdi. Başka bir Türk kuvveti de, Kars bölgesini ele geçirdi. Bu fetihlerden sonra ordusunu tekrar toplayan Tuğrul Bey, Malazgirt kalesini ikinci kez kuşattı ise de kışın yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırarak Selçuklu başkentine geri döndü.
Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in ölümünden sonra yeğeni Alparslan, Selçuklu tahtına çıktı. O, tahta çıkar çıkmaz devlet idaresini yoluna koyup, isyanları bastırdıktan sonra devletin fetih planları gereği Kafkasya seferine çıktı. Selçuklu Sultanı ordusu ile Azerbaycan’da Marend bölgesine geldiği sırada, Anadolu’ya gaza akınlarında bulunan Emir Tuğ-Tekin Sultana iltihak etti. Ayrıca bu emir de Sultanı Anadolu üzerine akın yapmaya teşvik etti. Sultan Alparslan buradan hareketle Nahcivan bölgesine gelerek ordusunu ikiye ayırdı. Kendisi bizzat Gürcistan üzerine yönelirken, oğlu Melikşah ve Vezir Nizamu’l Mülk komutasındaki Türk kuvvetleri de adı geçen bölgede fetihlerde bulundu. Bu sefer sırasında Türk Hakanı Şavşat, Artvin, Ardanuç yörelerine geldi. Daha sonra da Oltu ve yörelerine kadar akınım sürdürdü. Anadolu akını müstahkem Ani şehrinin ele geçirilmesiyle son buldu. Bilindiği üzere Sultan Alparslan 1067 yılında tekrar Gürcü seferine çıkarak birçok kale ele geçirdi.
İspir Bölgesine Türk Akınları
Selçuklu fetihleri sırasında Doğu Anadolu’da kurulan ilk beylik Saltuklu Beyliği’dir. 1071’de Malazgirt zaferini müteakiben Selçuklu Sultanı Alp Arslan, Erzurum ve havalisini Ebu’l Kasım Saltuk’a ikta olarak verdiği ve onun hâkimiyetinin bu tarihte başladığı kaynaklarda belirtilmektedir. Saltuklu hâkimiyeti başkent Erzurum’dan başka Bayburt, İspir, Tercan, Oltu, Micingerd, Koçmaz gibi merkezleri de içine alıyordu. Saltuk Bey ve oğlu Emir Ali zamanında sakin bir hayat geçiren Çoruh havzası, üçüncü hükümdarı Emir Gazi zamanında Gürcülerin saldırılarına maruz kaldı.
Gerçekten de Büyük Selçukluların dâhili karışıklıklar içinde bulunduğu bir sırada Gürcü kralı David, ilk defa meydana çıkarak 1115’de Türklere karşı taarruza başladı. Hatta Çoruh nehri vadisinde ilerleyerek birçok yeri yağma etti. 1124 yılında tekrar harekete geçen kral Göle, Basean (Pasin) ve İspir bölgesinde Türkleri katliama uğrattı ve ardından da Oltu üzerine hareket ederek burayı yaktı.
Esasen bu sırada Gürcü kralı, Deşt-i Kıpçak’ta yaşayan Kıpçak beylerinden Akrak’ın kızı ile evlendi. Bu sırada Kıpçakların Ruslarla yaptıkları savaşlarda mağlup olması üzerine kralın isteği ile Gürcistan’a göç etmeye başladılar. Gürcü kralı, ülkesine gelen Kıpçaklardan yaklaşık olarak 50 bin kişilik bir ordu kurdu. Bundan sonra Oğuzların yerleştiği bölgelere hücum etmeye başladı. Gerçekten de Kıpçaklar, Sır-Derya boylarındaki Kıpçak-Oğuz rekabeti yüzünden Oğuzlara çok kötü davranıyorlar ve savaşlarda Oğuzlara büyük zayiat verdiriyorlardı. Böylece Saltuklu hükümdarı Mama Hatun’un ölümünden sonra yerine kardeşi Nasır ed-Din Muhammed geçti. Bu dönemde de Gürcülerle yapılan mücadele devam etmiştir. Ancak bu sıralarda Saltukluların Gürcülere karşı tabii müttefikleri olan Azerbaycan Atabeyi Kızıl Arslan (1191) ve Ahlat şahı Beg-Timur’un (1193) ölümleri Saltuklu Beyliği’nin düşmanlarına karşı yalnız kalmasına neden oldu. Gürcüler. Kraliçe Tamara zamanında -Gürcü kaynağının ifadesiyle-Karadeniz’den Gurgan’a İspir’den Derbend’e Hazaristan’dan İskitya’ya kadar istila etmişlerdir. Gerçekten de istila emelleri kolaylaşan Gürcüler, Doğuda Kars, Tebriz yolu üzerindeki Sürmeli ve Kuzeyde İspir üzerine yürüdüler. Buradan Erzurum üzerine yürüdülerse de burada mağlup oldular. Gürcüler, Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da parçalanmış küçük ve zayıf Türk devletlerine karşı birçok istilalara girişmişlerdir. Bu istilalarda bazen galip bazen mağlup olmuşlardır. Gürcü istilalarının Erzurum ve havalisine yoğunlaşması ve Saltukluların zayıflaması üzerine Türkiye Selçuklu hükümdarı Rükn ed-Din Süleymanşah Gürcüler üzerine yaptığı seferi sırasında Erzurum’u ele geçirerek bu beyliğe son vermiştir. Bundan sonra Erzurum Selçuklulara bağlı bir emirlik oldu. Erzurum’da önce Mugis ed-Din Toğrul-şah ardından da Cihan-şah meliklik yaptılar, ispir ve Oltu Toğrul-şah zamanında Erzurum’a bağlandılar. Bu beylik 1230 Yassı çimen savaşına kadar devam etti. Türkiye Selçuklu hükümdarı Ala ed-Din Keykubad, Yassı çimen savaşından sonra bu melikliği kaldırarak bölgeyi Konya’ya bağladı. Ağustos 1230’da Emir Çavlı’yı Erzurum valisi tayin etti. Selçuklular, Bizans’tan intikal eden kaleleri tahkim ettiler. Erzurum’dan başka Oltu, ispir, Bayburt, Tercan, Tortum Micingerd, Avnik ve Zivin gibi kaleler mevcut idi. İspir’de bulunan Çarşı Camii Selçuklu meliki Mugis ed-Din Tuğrul-şah tarafından yaptırılmıştır.
İspir Selçuklu idaresinde sakin bir dönem geçirdiği sırada Moğol istilası önünden kaçan, Azerbaycan ve Karabağ ovalarında “çekirgeler gibi kaynaşan” büyük Türkmen kitleleri aynı baskı ile oraları terk edince ilk geldikleri yerler, Erzurum, İspir, Bayburt ve Erzincan havalisi olmuştur. Anayurttan gelen bu Türkmenler bir yandan Türk nüfusunu arttırırken, öte yandan da bu bölgelerde yağma ve tahripte bulunuyorlardı. 60 bin kişilik bir Türkmen kitlesi başında bulunan Kara-Han Gürcistan’a akınlar yaptıktan sonra Eleşkirt ve Sürmeli bölgelerinde ve Araş Nehri vadisinde yayılmış ve Ahlat havalisine göçmüştür. Azat Musa adlı bir Türkmen liderinin emrinde bulunan büyük bir Türkmen gurubu da Pasin, İspir ve Bayburt bölgelerinde oturmuş ve yazları da “Trabzon Dağlan” veya Gürcü kaynaklarının ifadesiyle “Parhar dağlan” üzerinde yaylamıştır.
İlhanlı Devleti’nin çöküşünden sonra (1336) sonra Sivas ve Kayseri’ye hâkim olan Eratnalılar, Erzincan ve Bayburt’a kadar uzanmışlardır. Bir müddet sonra da Erzincan’ı ele geçiren Mutahharten Bayburt, ispir, Tercan, Erzurum’u ele geçirerek bu bölgeleri hâkimiyeti altına almıştır. Yirmi dört yıla yakın saltanatı esnasında Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerinin yardımlarına başvurarak değişen siyasi şartlara rağmen durumunu koruyabilmiştir. XV. Yüz yılın başlarında Büyük Türk hakanı Timur’un yanına gitmek için Anadolu’ya gelen İspanyol elçisi Klaviyo’ya göre bu dönemde İspir, Pir Hoca Bey isimli bir emirin hâkimiyetinde bulunuyordu.
İspir, Mutahharten’in hâkimiyetinden sonra Karakoyunlu hâkimiyetine girmiştir. Karakoyunlular, XIV. Yüzyıl sonlarında siyasi varlık olarak ortaya çıktılar. Cemal ed-Din Kara Yusuf, Kara Koyunluların en büyük hükümdarıdır. Otuz yıldan fazla devam eden hükümdarlığı oldukça hareketlidir. Büyük Türk hükümdarı Timur’un ölümü üzerine rahat bir nefes aldı ve Doğu Anadolu’yu kısa zamanda hâkimiyetinde topladı. Akkoyunlu kaynağı Kitab-ı Diyarbekriyye’de kara Yusuf’un hâkimi olduğu bölgeler sayılırken İspir’de bu yerler arasında anılmaktadır. Öğle anlaşılıyor ki, ispir bölgesi Mutahharten’in hâkimiyetinden sonra Kara Koyunluların hâkimiyetine girmiş ve Kara Koyunluların önemli emirlerinden birisi olan Pir Ömer’in idaresinde bulunmuştur. Kara Koyunlu hükümdarı Cihanşah Mirza zamanında ispir hâkimi olarak Muhammed-i Emir Seyyid’in adı geçmektedir. Ancak Cihanşah, daha sonra İspir’i yaptığı yararlılıklar dolayısıyla Bayezid Bey’e verdi.
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Haşan, 1458’de yaptığı ilk Kıpçak Atabekleri üzerine yaptığı seferinde İspir’den başlayarak Aşağı Çoruh ve Yukarı Kür bölgelerindeki Atabek yurdunu kendisine bağladı. Akkoyunluların yıkılışından sonra ispir, Kıpçak Atabeklerinden Mirza Çabuk’un eline geçti.
XVI. yüz yılda Akkoyunluların yıkılışı üzerine onların bıraktıkları boşluğu Şah İsmail doldurdu. Safevi Devleti’nin yükselişinde askeri ve siyasi alanda rol oynamış topluluklardan Doharlu/Toharlu, Bayburdlular, İspirliler ve Hınuslular göze çarpmaktadır. İspir, Bayburd ve Hınus’daki Türkmenler bölgelerinin adı ile tarih literatürüne geçmişlerdir. Bu dönemde ispir, Safevi hâkimiyetine girdi ise de Selim kendi ordusu ile hareket ederek İspir, Kökez, (Koğans, Kovans)’ı ele geçirdikten sonra Erzincan ve Kemah’ı da hâkimiyet altına aldı. Osmanlı sultanı II. Bayezid, oğlu Selim’i takdir edeceği yerde, bu akın ve fetihlerini tasvip etmedi. Safevilerden alınan Kovans, ispir ve Erzincan kaleleri tekrar boşaltıldı.
1514 Çaldıran Seferi başında Osmanlı-Safevi sınırı Koyulhisar ve Suşehri arasından geçiyordu. Suşehri’nden yukarı Kelkit ve Borçka’dan yukarı Çoruh boylarını Karadeniz akımından ayıran dağların doruk ve belleri de Safevilerin elinde bulunuyordu, ispir, Yusufeli ve Artvin bölgesine hâkim olan Atabekliler ile OsmanlIların sınırını ayırıyordu.
Yavuz Sultan Selim, padişaha olduktan sonra daha önce tehlikenin büyüklüğünü sezdiği için doğu sınırlarını emniyet altına almak için Safevilerin üzerine hareket etti. Çaldıran’da Şah İsmail’in mağlup ettikten sonra geri dönerken Çalkavur konağında Mirza Çabuk’un elçisi ispir kalesinin anahtarlarını teslim etti, ispir sancak yapılarak Trabzon Alaybeyi Bayrakluoğlu’na verildi. Bundan sonra ispir, Kemah, Tercan, Bayburd gibi Akkoyunlu arazisi Erzincan vilayeti adıyla kurulan yeni ir Uç Beylerbeyliğine bağlandı. Ancak Kanuni Sultan Süleyman zamanında Erzincan Vilayeti kaldırılınca İspir, kaza olarak Bayburd Sancağına eklendi.
Sonuç
Görüldüğü gibi İspir ve havalisi eskiçağlardan beri Türklere vatanlık yapan bir bölgemizdir. Sakalarla başlayan Türk iskânı özellikle Selçukluların Anadolu’yu fethetmesi ile taçlanmıştır. Bölgeye Oğuz boylarından başka Kıpçaklarda gelip yerleşmiştir. Kıpçakların bölgeye gelmesi ile Kıpçak-Oğuz mücadelesi başlamıştır, ispir bölgesi Doğu Anadolu’da yaşanan olaylara paralel olarak bu olaylardan etlenmiştir. Kara ve Akkoyunlu hâkimiyetinden sonra İran’da kurularak Doğu Anadolu’da yaşayan Türkmenleri etkileyen Safevi tehlikesinin baş göstermesi üzerine bir daha çıkmamak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiştir.
Kaynak: İspir - Pazaryolu Tarih, Kültür ve Ekonomi Sempozyumu, 26-28 Haziran 2008 İspir
Ahmet TOKSOY, Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Erzincan